KADİR DAYIOĞLU


BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM!

İlgililerin bilgisine arz ederim efendim.


Bu ülkede “garib ül acayip” denecek türden işler hızla devam ediyor. Gözaltılar, tutuklamalar peş peşe… 

İhbarlar gırla gidiyor; “gizli tanık müessesesi” hızla çalışıyor. Her sabah bir yenisi ile uyanıyoruz. 

Bu atmosferde kamu görevlileri, özellikle belediye çalışanları bir iş yapar mı, bir imza atar mı? 

Bilemiyorum…

**

Geçenlerde, hemşerimiz Prof. Dr. Ahmet Rasim Küşükusta’nın bir videosunu seyrettim hem ağladım ve hem de güldüm. Gülerken ağlanacak türden bir şey. Umarım bir hayali, mizah ürünü değil. Zira, Hocamızın bu yönü de güçlü. "Biri bizi hasta ediyor" isimli kitabin yazarı. Her neyse, ben de anladığım kadarı ile paylaşmak istedim. Hakikaten, birileri bizi hasta ediyor!

**

Bizim kuşak, babasını tanır. Doktor Turhan Nesimi Bey… Aynı zamanda şair. Oğlu da çok sosyal bir kişi. Tıpta aykırı görüşleri var. Yazar, udi. Sohbeti çok hoş. Görünüşüne bakarsanız aklı akıl ve ruh sağlığı yerinde olan birisi.  Halen, bildiğim kadarı ile öğretim üyesi. Şimdi, yetmiş yaşında.

**

Hocamız notere gidiyor, vekalet verecek. Görevli bakıyor yaşı altmış beşi aşmış. Sağlık raporu istiyor. Rasim Hoca, kendisini anlatmak, tanıtmak istiyorsa da nafile… Israr ısrar derken, görevli; “size iki soru soracağım. Bilirseniz tamam yoksa rapor getireceksiniz!” diyor.

**

Ne yapsın? 

“Sor bakalım!”, diyor. 

“Bugün hangi gün?”

**

“Issız Adada Yirmi Sekiz Yıl kitabının yazarı Robenson Krüzoe’nun kölesinin adı.”

Gün de cuma imiş. Kölenin adı da Cuma

Görevli bilgisayara bakıyor, “bilemediniz!” diyor.

**

Dedim ya, hocamız çok hoş sohbet… Espri gücü yüksek, müthiş ironi yapar.

Görevli soruya devam ediyor:

**

Peki; “Bu gün ayın kaçı?”

“Üçün küpünden, dördün karesini çıkarta, neyse o!”

O gün ayın on biri imiş…

**

Görevli, yine bilgisayara bakıyor, “yine bilemediniz, lütfen rapor getirin!”, diyor. Hocamız, hastaneye gidiyor. Nörolog, tıbbiyeden üç sınıf önce bir abisi rapor verecek olan… Rahatlıyor, hal hatırdan sonra, başından geçenleri anlatıyor. Hoca dinliyor, dinliyor; “Gel seni bir muayene edeyim!” diyor. Rasim Hoca’da çekip gidiyor. 

**

Tabii, bu olay yaşanmış bir olay anımsattı bana. Bizzat biz yaşadık: Murisin, beş mirasçısı var; bir kamu bankasında da 235 bin lira parası… Veraset ilamı çıktı, intikal vergileri yattı, maliyeden ilişiksiz kağıdı alındı… Mirasçılardan eşim Kayseri’de… ilgili bankaya gittik, evraklar ile. Hissesine düşen parayı almak için…

**

“Asla alamazsın!” 

“Peki nasıl alabiliriz?”

Ya mirasçıların hepsi gelecek ya hepsi bir kişiye vekalet verecek ya da ilgili mahkemeden karar getireceksin. 

**

Ya hû, mirasçıların birisi Hanya’da, diğer Konya’da… Alacakları kırk beş bin lira para. Ya uçağa binip gelecekler ya notere gidip üç-beş bin lira masraf ya da mahkemeye gidecek ücreti vekalet, dosya parası, harç falan ödeyecek. Bir de mirasçının beş değil de on beş, yüz elli olduğunu düşünün… 

**

Peki, bunda bir terslik yok mu?

**

Böyle hukuk mantığı olmaz. Bankacı değilim, hukukçu değilim ama okuduğunu anlayan birisiyim. Böyle bir uygulama olamaz. Acaba bankacılar neden korkuyor? Anlamak mümkün değil. Veraset ilamı var, vergiler yatmış, ilişiksiz kağıdı alınmış, hisse oranları belli. Geriye kalan basit bir dört işlem. Parayı, hisseye bölersin, evraklarını ibraz edene verirsiniz. Geçer gider. 

**

Bununla kim ilgilenir bilemiyorum. Yazımın başında bu ülkede “garib ül acayip” işler oluyor derken, anlatmak istediğim budur efendim.

**

Acaba bu hal, “toplumsal güven oranının” düşük olmasından mı kaynaklanıyor? Bir araştırmada, yirmi beş ülke arasında bizim toplumda, birbirine güvenenlerin oranı yüzde 14 olarak tespit edilmiş. Ve sonuncu sırada… Yani, babanın oğula; kardeşin kardeşe güvenmediği bir ortamda noter görevlisi ya da bankacı sana bana neden güvensin ki? 

**

İlgililerin bilgisine arz ederim efendim.