KADİR DAYIOĞLU


BİLİMSELLİK!..

Franklin Faraday, 1752 senesinde paratoneri icat etti. Bundan üç asır sonra, İslam dünyasında, Hoca efendilerden, gavs hazretlerinden keramet bekleyen mebzul miktarda insan var. Tabii, diğer inanç gruplarında da… Sadece, İslam dünyasında değil.


Aklı eren de ermeyen de ahkam keser, “hava kirliliği” ile ilgili... Kirlilik nedir, diye sorarsanız, bilemez. Bildiği de; “Falan dedi ki, filan dedi ki, hava kirli!”. Gerçekten öyle mi? Zira, “hava kirliliği” bilimsel bir konu. Bu nedenle günlük çekişmelere alet edilmemeli. Kirli diyen veri sunmalı!

***

Bilimsellik ya da bilimsel düşünce, gerek kamu, gerek özel yönetiminde ve gerekse de ortak yaşamda vazgeçilmez bir unsur; öyle olmalı. Bunu, hayatının ayrılmaz bir parçası haline getiren toplumlarda sorunların kavgadan uzak, kolayca, etkin ve verimli bir biçimde çözüldüğünü görmekteyiz. Aksinde ise; spekülatif bilgiler toplumu sarar ve orada huzur, verimlilik ve akılcılık yok olur gider. Olaylara “Körün fili tarif ettiği!” gibi yaklaşılır...

***

Bilimselliğin de temel üç şartı vardır. O da şu: Bir olay; gözlenebilir, ölçülebilir, tekrarlanabilir olmalı.  Her şeyden önce “şüphe” gelir. “Yanlışlına bilir!” olmalı. Şayet bir olay gözlenemiyor, ölçülemiyor ya da ölçüldüğü halde tekrarlamıyor ise bununla ilgili bilgiler bilimsel değildir; spekülatiftir...

***

Sözgelimi; “Dün gece sokakta gezerken genzim yandı.” Ya da “Geçen gün yükseğe çıkmıştım, şehir gözükmüyordu!” dolayısıyla “Kayseri’de hava kirliliği ölümcül boyutlara ulaşmakta!” yaklaşımının doğru olabilmesi yukarıda ki şartlara bağlıdır...

***

Bunu, gözleyeceksin, bir formata uygun belirli periyotlarda ölçeceksiniz, sınır değerlerin sürekli aşıldığını göreceksiniz... Özel bir an için ya da özel bir gün için elde edilen sonuçlar bilimsel değildir. Ve bunlara göre de karar verilmez... Eski deyimle; “Amel edilmez!”

***

Verilirse, “Amel edilirse!” ne olur? Bilerek ya da bilmeyerek; isteyerek ya da istemeyerek, enerji lobilerinin  “Pazar kavgası”nın içerisinde kendinizi bulursunuz...

***

Yine bu örneklerden hareketle; Ben beni bildim bileli bu kentte bazı zamanlarda genzim yanar. Ve yine ben beni bildim bileli özellikle kışın yükseklerden bakınca şehrin üzerini bir kara perde kaplar... Kaldı ki; Kayseri çanağı bilinen tarihi boyunca ve bilinen dönemlerde hep bir sis perdesi ile kaplı kalmıştır. Bu husus, tarihi belgelerde geçer...

***

Ayrıca; geçmişte çok sık ileri sürüldüğü gibi, “Katı yakıta dönüşüldü de bu oldu!” iddiası oldukça sakıncalı. Bu iddiayı, bilimsel bir tabana oturtmadığınız taktirde kendinizi, istemeyerek de olsa, yukarıda dediğim gibi, “pazar kavgası”nın içinde bulursunuz, haberiniz olsun!

***

Acı ama gerçek olan şu:  Etkili ve yetkili çevreler; çevre örgütleri, Erciyes Üniversitesi, doğal gaza geçtikten sonra “hava kirliliği”nde ne tür bir değişim yaşandı?” Sorusuna yanıt aramak üzere bir alan çalışması yapabilir, çıkan sonuçları bilimsel ortamlarda tartışabilirdi... Yapıldı ise, sözlerimi geri alıyor ve özür diliyorum...

***

Yine sözgelimi; İyi yakılan bir kömürün, iyi yakılan bir sıvı yakıttan, çevresel etkisi daha az önemlidir. Mesela, doğal gazın, atmosfere attığı “Azot türevleri” hakkında uzun boylu bir bilgimiz yok. Unutmayalım; NOx’lerin; kurşun gibi ağır metallerin atmosfere terkinin yaratacağı sorunlar, erbabınca bilinmektedir...

***

Erbabınca bilinmektedir diyorum ama ben bu işin erbabı değilim... Duyduklarımı aktarıyorum. Bir dönem AK Parti İl Başkanlığı yapan birisi, benim için şunu söylemişti: “Ulusal basında, her şeyi bilen, yazarlar gibi yazıyormuşum.” 

***

Haksız da değildi üstadımız... Küçük şehirde yaşayanlar, küçük şehirde yaşayanlar gibi davranmalı... Küçük şehrin il başkanları, küçük şehirde yaşadığını unutmamalı. Bu nedenle şahsen ben ve benim gibiler çoğu zaman çizmeyi aşıyor, boylarından büyük laflar ediyor; kendilerini ulusal basında her şeyi bilen yazarlar gibi zannediyor.

***

Ama ne yapalım? Bu şehrin üniversitesi susarsa, bu şehir de az çok aklı erenler “yassılırsa”; “Avrupa görmüşler gördüklerini değil de yediklerini içtiklerini anlatırlarsa”; yine bu şehirde, “etek öpmekle ağız kirlenmez!”, “köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyeceksin!”, “kaç paralık adamsın”, “ite bak yattığı yere bak” türü veciz sözler hayatın bir parçası olursa, “gayret” de benim gibilere düşüyor...

 ***

Bir diğer yanılgımız da şuradan kaynaklanmakta... Sisin, doğrudan kirlilik olarak algılanması... Hemen belirteyim, sis “kirliliğin” oluşmasında önemli bir unsurdur... Ama “kirlilik” değildir... Bu nedenle; tepeden bakınca görünen örtünün ne kadarı sis ne kadarı “kirlilik”? Bununla ilgili bir bilginiz var mı? Benim, yok!..

***

Bu yanılgı tıpkı; mazotlu araçların egzozlarından çıkan koyu dumanın, hemen kirlilik olarak algılanması gibi... Kaldı ki bu koyu duman, çoğu zaman hiç dumanı gözükmeyen benzinli aracın egzoz gazından daha az tehlikeli olabilmektedir... Bu nedenle; “Sapla samanı!”, “Şap ile şekeri!” birbirine karıştırmayalım ve ölçüm sonuçlarına itibar edelim... Spekülatif bilgilerle de toplumun kafasını karıştırmayalım.

***

Bilimsel olan her şeye itibar ederim... Aksi, karnımı doyurmaz... Bir de inancın, bilimden ayrılması gerektiğine inanırım. Mesela,  tarihin yazdığı büyük mühendislerden Nikola Tesla’ya atfen bir söz var: “kiliseye paratoner takıldığında din ve bilim tartışması sona erdi." Yani, “cennetin anahtarını satan” papazların,karizması çizildi. Darısı, bizim,  “cehennem için yanmaz kefen satan hoca efendinin; depreme “yeter dur artık!” diyerek, durduran; uzay gemisinin uzaktan cıvatasını gevşetip düşürenlerin” başına. 

***

Franklin Faraday, 1752 senesinde paratoneri icat etti. Bundan üç asır sonra, İslam dünyasında, Hoca efendilerden, gavs hazretlerinden keramet bekleyen mebzul miktarda insan var. Tabii, diğer inanç gruplarında da… Sadece, İslam dünyasında değil.