KADİR DAYIOĞLU


BAĞDAN İNİŞ

Güz geldi okullar açıldı, bağdan “iniş” de başladı.


Güz geldi okullar açıldı, bağdan “iniş” de başladı. Aslında, her evin kapısında bir otomobilin olmadığı yıllarda, şimdiye kadar çoktan boşalmıştı bağlar. Doğal gaz, içme suyu, elektrik, internet gelince belediye otobüsleri hizmet vermeye, başlayınca, bağda oturma süresi de uzadı. Tabii, güneş enerjisi de büyük bir nimet oldu.

***

Önceleri, gündönümü (21 Haziran) gelmeden göçülmezdi. Öyle ya, yaz gelmezdi. Şimdi ise mayıs ortalarına kadar sarktı. İniş de ekim ortalarını buldu. Yoksa, genellikle okullar açılınca, cevizler çırpılınca, elmalar indirilince kimse kalmazdı bağlarda.

***

“Niyetliler” de aynı günlere denk getirirlerdi, inişi… Alameti de “alemet” yakmaktı… Biriken “çalı-çırpı”, otlar yakılır, haber verilirdi komşulara iniş zamanın geldiği… Bir de Eylül başlarında, Alidağı’nda “çıra yanardı!”. Bunun anlamı; “hazırlıklara başlayın, inme zamanı geldi…” Yakanın da bir Ermeni hemşerimiz olduğu söylenirdi. Şimdi bu gelenek kalktı…

***

Hazırlıktan da kasıt, “aş-makarna” kesin, turşuları kurun, pekmez, salça kaynatın, şehre götürülecek yakacakları hazırlayın. Cevizleri çırpın…

***

Okullar açılmadan bir hafta öncesi “kerme tutan” ellerin, ayakların, gövdenin temizlenmesi için öğrenciler, şehre hamama götürülür… Bir de güzelce, erkekler, asker tıraşı olur… Mesela, o yıllarda, Hisarcık’ta, Belediyenin yaptırttığı, hamam vardı. Yakın zaman kadar dururdu. Şimdi yıkıldı.

***

Yakacaklar da, “gilamada”, “çalı-çırpı”, kesilen ve budanan ağaçlardan oluşurdu. Genellikle de ağaçlar kavak, meşe gibi meyvesizler… Tabii, Tekir havzasından gelen “keven” de unutulmazdı. Keven, ocak ve soba tutturulmasında kullanılırdı, genellikle… Bir miktar da kolay yanan çam mutlaka bulunur. 

***

Beyaz eşya olmadığından, sadece “yatak-döşek”, yiyecek olduğundan, varlıklılar kamyonla, fakirler de at ve eşeklerle iner… Hatırlarım, Çifteönü çıkışında, yük taşımak için at ve eşek kiraya verenler vardı. 

***

Yüklerin, dörtte üçü de “çalı-çırpı”… Tabii, isli sac da unutulmaz… “Mafracı” kirletmesin diye yeri de, kamyonun dış yan tarafı… Kadınlar şoför mahalline, çocuklar ve erkekler, kamyonun üstüne biner; tozu yiye yiye; ver elini şehir… “Göçerken” itler “azatlanır” bağlar eteğinde, kediler getirilir. Tabii, bir de, olanlar, güvercinleri…

***

Tabii, o tarihlerde, baltacı çoktu… Mahalle mahalle gezer, gelen yakacakları “sobalık” yapar, içeri istif edilir. Bir de iki ton kadar, kömür alınırsa, tek soba ile, bir kış geçirilir. Zaten fazla olmayan yatak odalarını ısıtmak mümkün değil, anne-baba ve çocuklar titreye titreye yatağa girer. Yorganın altında ısıtılmış, sal ve termofor olur… Kalabalık ailelerin bir kısmı, soba yanan odaya, yere serilen yatanlara, kıvranır. Bir de “iskembiler” vardı; ayrı bir yazı konusu.

***

Linyit pek gelmezdi… Zenginler, taş ve kok kömürü kullanır; sobalar, nara döner… Kömür de kırılacak, istiflenecek… Bir de kömürlü lokomotiflerin, atığı kömürleri toplayıp, satanlar vardı… Bir de talaş ve inek pisliğinden yapılan “yapmayı” unutmayın. 

***

İğde dalından yapılmış çubuklara “hevenklik” üzüm asılır, küplere konan turşular, serilen kışlık elma ve armutlar, bir yük Ambar kanubu yayana konur, kış beklenir… İmkanı olanlar da evinde pastırma ve sucuk yapar… Aslında, bugün adım başı gördüğünüz pastırmacılardan çok az görürdünüz… Öyle ya, vitrin buzdolabı yok ki, nerede saklayacaksınız, bunları.

***

Şimdi ise her türlü saklama imkanı var ama fiyatları, gram altınla yarışır oldu… Çoğu insan, pastırmacılarda, imrenerek, ağzı sulanarak bakıyor, sucuğa ve pastırmaya… Adeta, çocukluk yıllarımıza döndük.

***

Dostlar, dikkat ederseniz bağa gitmeye, “göçme”, gelmeyede “göçme” değil, “inme” sözcüğü kullandım. Zira, “bağdan göçülmez”, “bağdan inilir!” Ama “bağa göçülür”. Göçerken de mutlaka, “Allah senesine güle güle yitirsin” temennisinde bulunulur.

***

Tabii, herkesin bağı yoktu… Kiralık bağlar vardı, bunlara göçenlerin adı da “gabalcı”. Mevsimlik tutarlardı… O nedenle, mesela Kayseri de, varlıklı olmanın bir ölçüsüydü “bağ” sahibi olmak. Yine o nedenle, övünenler, “bağ gabal, ev icar deği!” derlerdi. “İcar”dan kasıt da şehirdeki ev… Bu hatırlatmaları da, yanlış kullananlara hatırlatma babında. 

***

Bir de “Yilli” olmanın ölçüsüydü, “bağın gabal, evin icar” olmaması; eski mezarlıkta, mezarının bulunması…

***

Ha, birde, “sulak” yerlerde bulunan yerleşimler “bahçe”; “kıraç” yerlerde “bağ” denir… Aslında “bağ”, “üzümlük” için kullanılır. “Kıraç” bağcıları için fazla su olmadığından; “mantı suyu ile yıkan bağcılar!” deyişi yaygındı o yıllarda… Şimdi, söylem pek söylenmez oldu.

***

Bu sezon biz, elma olmadığından, erken göçmek zorunda kaldık. Şehir de ev temizliğine başladık, bir miktar eşya getirdik. Kısmetse, önümüzde ki hafta sonu ineceğiz. Elma olsaydı, mutlaka 15 ekimi beklerdik. Zira eskiler; “elamının kırasını alması gerekir!” derlerdi. Hal böyle olunca, eylül itibarıyla akşam, sabah kalorifer yakmanı, evin için de sürekli oturmanın bir anlamı yoktu artık. Bir de, Hisarcık Ketenlikte bulunan bahçemize, güneş ona doğru gelir, ikindi oldu mu gölge düşmeye başlar. Soğuk da…