“Bad’el harab ül Basra”… Anlamı şöyleymiş Arap atasözünün; "Basra harap olduktan sonra!", ağlamak sızlamak işe yaramaz... Bu söz umarım, “havuca” kananlara da; “havuçla birlikte sopa sunanlara” alkış tutanlara da bir uyarı olur.
***
“Pirus zafer” var tarihte. “’Pirus zafer”, savaşı kazanıp ama tüm askerini kaybeden Kral Pirüs’ün sözü… Savaş alanını gezerken söylemiş; “Pirus zaferi!” Hikayesi de şöyleymiş. Bu hikaye de, kime uygun bilemem?
***
“MÖ 280 ve MÖ 279 yıllarında Grek kolonisi Tarentum [Epir] Kralı Pirus, Roma’ya saldırır. Kazanmak için her şeyini feda eder. Sonunda kazanır; ancak ordusunun tamamını kaybeder. Savaşı kazanmıştır, ama yanında koskoca ordudan arta kalan üç beş sefilden başkası değildi. Pirus’un zaferin ardından; “Tanrım, bir daha böyle bir zafer verme” dediği söylenir.
***
“Pirus Zafer” aslında yenilmeye mahkûm galibiyetleri anlatmak için kullanılır. Bu olaya atfen, benzer şekilde kazanılan savaşlara “Pirus zafer” denir. (Wikipedia)
***
Bu açıklamadan sonra gelelim “mevzu-u hutbemize”. İstanbul’da Fatih’te, İsmail Ağa Cemaati var. Bunlara, “Çarşamba (Semt) Cemaati” de derler. Cemaat “dalya” noktasına gelmiş Mahmut (Ustaosmanoğlu) Efendiye bağlı… Onunla anılır… Her dini cemaatte olduğu gibi bunlarda bölük pörçük. Mahmut Hoca’nın vefatı ile birbirlerine girecekler. Aslında sağlığında girdiler, bile…
***
Baş çekenlerin en güçlüsü, “Cübbeli Hoca” ismi ile maruf Ahmet (Ünlü) Hoca… İçlerinde en medyatik olanı da bu… Fethullah Gülen hareketine karşıtlığı ile bilinir. O nedenle, FETÖ operasyonuna maruz kaldı. Bir yılı aşkın bir süre hapis yattı. Çarşamba Cemaati, Nakşibendi… Halidi Bağdadi koluna bağlı. Mensupları genellikle “fakir-fukara”, “esnaf”, “küçük sanatkar/zenaatkar”…
***
Aslında, “FETÖ lideri” Gülen hareketi de bir Nakşi hareket… Yine bir Nakşi olan Nurculuk’tan kopma. Said Nursi ile anılan Nurculuk da, günümüzde, paramparça bir durumda…
***
Bir de Halidilik’ten türeyen Gümüşhânevî’lik var. Aslında, Anadolu Nakşiliği ya da “Milli İslamcılık” genellikle, Dağıstan Türk’ü Gümüşhaneli (Gümüşhânevî) Ziyaeddin Efendi ile temsil edilirdi. Mesela, rahmetli Nurettin Topçu’nun bağlı olduğu Abdülaziz Bekkine Efendi, Gümüşhânevî dergahına müntesipti.
***
İskenderpaşa Cemaati daha ziyade “okumuş” Nakşiler’in bağlı oldukları bir kol. Mehmet Zait Kotku Efendi ile anılır. Erbakan, Özal kardeşler, Kutanlar, Asiltürkler vs. bağlıları arasında… Yine bunlardan Erenköy Cemaati zengin, tüccar ve sanayicilerin itibar ettikleri yer. Efendilerinden, merhum Adanalı Mahmut Sami Efendi (Ramazanoğlu) ile anılırlar…
***
İçlerinde en yeni olan merhum Muhammed Raşit Erol ile anılan Menzil Cemaati (Kahta), daha çok “düşkün”, alkol, kumar gibi illetli olanların uğradığı, bir anlamda rehabilite oldukları iklim… Yetmişli yıllarda, “dergaha” Kayseri’den özel otobüsler kalkardı. Bunlar da son yıllarda parçalandı ve bu iktidar döneminde de oldukça zenginleştiler. Müritleri ne halde bilemiyorum.
***
Umarım, tasnifi doğru yaptım. Fakat gözden ırak tutulmaması gereken bir husus var. Aslında bu ayrışma, inançtan öte, “sınıfsal” bir ayrışımın sonucudur… “Hayır böyle bir şey yok!” diyenlere şunu sorayım: “Peki, bu gruplar arasında özellikle İsmailağa Cemaati’nden kız alan ya da bunlara veren bir İskenderpaşalı, bir Erenköylü var mı?”
***
Mesela, Kayseri’de dini vakıf ve cemaatlere ait yurtlar var. Bunları genellikle zenginler finanse eder ama nedense eğleşen çocuklarla hiç izdivaç yapmaz, buraları yöneten, finanse eden varsılların çocukları.
Yıllardır söylerim, tekrar edeceğim: “4X4”e binmiş, marka giyinmiş türbanlı bir “bacımla”, zemherinin çat ayazında ya da lodoslu bir havada otobüs durağında bekleyen, Mahmutpaşa’dan giyinmiş “türbanlı” bir bacımın arasındaki bu çelişki sürdürülebilir değil. Elbette bu çelişkinin farkına bir gün varılacak. Sosyal mücadeleler tarihi bunun böyle olduğunu söylüyor bize… O o gün, toplumda kurtulur, mukaddes ve muazzez din de… Konuya devam edeceğiz.
Önemli bir not: Pazartesi yazım üzerine, Kayseri Ticaret Odası Başkanı Ömer Gülsoy, telefonla aradı; “Üyeleri için kurmak istedikleri Küçük Sanayi Sitesi için talipli oldukları arsanın (Buğdaylı/Horsana) bir kısmının, kayıtta, ‘mera’ gösterilmesine rağmen, ‘mera vasfının’ kalmadığını. Bunu da, ilgili ‘19 kuruluşun’ tescil ettiğini”, belirtti. Başkanın bu duyarlılığına, bu nezaketine teşekkür ederek aktarmak istedim.