Çok dedim, “toptan” anlamam ama iyi bir seyirciyim. Hele hele kaliteli olursa, kaçırmamaya gayret ederim. Geçenlerde, Avrupa Kupası’nda çeyrek finale kalan Milli Takımımızı seyrettim. Hollanda, 2-1 kazandı. Yarı finale çıktı. Dayanabilseydik, yarı finaldeydik. Yukarı da “Allah var!”, güzel top oynuyoruz ama bir zamana kadar. Sonra, yorgunluk alametleri başlıyor. Bu iyice hissediliyor.
***
İlk gölü atmamıza rağmen, yetmiş dakika sürdürebildik, bunu… Bir, iki gol de kaçırdık. Sanırım, bir önceki maçta da öyle olmuştu. Mümkün olsa da maçlar “35+35” dakika olacak şekilde yetmiş dakika oynansa.
***
Şayet bu mümkün olsa, yenemeyeceğimiz takım yok. Ama millilerimizin pil bitiyor. Buna, kondisyon yetersizliği de deniyor.
***
Genellikle, son otuz dakika, takımımızın yorgunluğu gözüküyor. Top kaybediyorlar, kademeye girmeye, hücuma geçmeye takatları kalmıyor. Dökülüyorlar...“Maç bitse de kurtulsak!”, der gibi halleri var, adeta.
***
Hele hele yan toplarda kademe anlayışı yok. Buna “bir çizgide duruyorlar!” derlerdi eskiden. Şimdi ne deniyor, bilemem.
***
Dikkat ederseniz İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz, Hollanda vs. gibi geçmişten beri sömürgeci ülkelerde, siyahi futbolcular dikkat çekiyor. Bizim öyle bir şansımız da yok!
***
Şimdi ise, garibim Anadolu uşakları doğal olarak takımımızda oynuyor. Tahminim, doğru mu bilemem. Bu çocukları çoğu, ana karnında iyi beslenemediğinde, yetişkin halinde de benzeri şeyi yaşadığından, fiziki olarak gelişemiyor. Kim bilir, belki de genetik bir haldir. Ne yapsan, olmuyor.
***
Hemen akla şu geliyor;”Dayıoğlu, sen böyle diyorsun amma buldular da yemediler mi!”. Ya da “ver kavurmayı da gör savurmayı!”. Bir ekonomist, daha bilimsel yaklaşır; “Efendim, alt ve orta gelir grubuna sahip aile çocukları. Fiziksel olarak, başka ne beklenir ki?”
***
Ekonomistler, haksız da değil… Mesela ben, üst gelir grubuna mensup aile çocuklarında, futbolcu olana pek rastlamadım, geçmişte. Çocukların, çoğu zaman magazin dünyasına yansıyan yaşamları, iyi transfer bedeli aldıktan sonradır. Bu da ortalama yirmi-yirmi iki yaş olup fiziki, gelişimi için çok geç kalınmıştır artık.
***
Bu analiz, içinde bulunduğumuz zamanlar için geçerli midir? Bilemem, zira içinde değilim. Mesela, 1970’li yılların ilk yarısında, üç, dört yıl Kayserispor’da yöneticilik yaptım. Çoğu zaman transferlerde bulundum. O nedenle, transfer ettiklerimizin, yaşadıkları ortamı ve ailelerinin gelir durumunu gözleme fırsatı buldum. Çoğunlukla, fakir aile çocuklarıydı.
***
Tabii, bu yorgunluk hali, benim kadar yöneticilerin de dikkatinden kaçmıyordur? Onlar da ne yapsın, elimizde bulunan insan malzemesi bu!.. Bu yaştan sonra, fizik kondisyon kazanabilirler mi?
***
Bu turnuvanın, ileride akılda kalacak tek olayı, maç sonrası, futbolcu Merih’in, sevinç bağlamında, iki eli ile “bozkurt” işareti yapması. Bu nedenle, UEFA iki maç ceza verdi, “siyasi simge” diye. Bu ceza çok konuşuldu. Doğal olarak, çeyrek finalde, moralleri bozdu.
***
Hatırlar mısınız, 1968 yılında yapılan Meksika olimpiyat oyunlarında, üstün başarı gösteren ABD’li iki (birinci, ikinci), Avustralyalı bir atlet, madalya töreninde, ABD İstiklal marşı çalınırken, sol kollarını(iki ABD’li) kaldırıp, yumruklarını sıkmışlardı. Bunun üzerine Olimpiyat Komitesi, madalyalarını, iptal etmişti. Öyle ya, bunu, solcu protestler, emperyalist ülkeleri kınamak için kullanırdı. Bu simge, hâlâ devam eder… Sol düşüncenin çok önemli bir işareti. Yani, bize uygulanan ceza ilk değil.
***
Bizimkilerde, “bozkurt” işareti nedeniyle verilen cezayı, siyasete bağladılar. “Avrupa bizi istemiyor!”, sözleri gündeme geldi. Hatta Devlet Bey, “çeyrek final maçına çıkmayalım, takımımız ülkemize hemen geri dönsün!” dedi.
***
Ama bu mümkün değildi. Böyle bir hal, Avrupa futbol dünyasından çıkmamıza kadar gidebilecek bir sürecin başlangıcı demektir. Bunu göze alabilir miydik? Sanmıyorum. Peki, Sayın Bahçeli bunu bilmez mi? Elbette bilir. Futbol terminolojisi ile bu da içe dönük siyasi bir söylem olup, “türbinlere” oynamaktır.
***
Yani, maça çıkmayıp geri dönmeye kalksaydık “ama gitmeyin durun!” diyeceklerini mi sanıyorsunuz? Madem Türk düşmanlığının bir tezahürü idi bu, daha çok memnun olmazlar mıydı, sanki? Bunu, “tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış!” deyişi çok güzel ifade eder.