İBRAHİM PEKBAY


ANILARLA, ANILARDA YAŞAMAK…

Ah o var ya ah o…


Sabah telaşı olmayanların, en güzel uyku saati olan güneşin çıktı çıkacağı saatler.

Akşam erken yatınca, sabah bu saatlerde uyanıyorum.

Kapı pencere açık, evin içinde serinlik var bu saatte.

Kalktığımda, başucumda duran S600 Long, 12 silindir Mercedes makam aracımla (Yaşlı yürüteci) önce ilaç odasına gidip ilaçlarımı alıyorum. Sonra mutfakta kahvemi yapıp balkona geçiyorum.

Birazdan hava sınmaya başlayacak, sıcaklık 30 derecenin de üzerine çıkacak ve ben keyfinin çıkarmak istiyorum sabahın…

Dalıyorum uzaklara ve zaman içinde yolculuğa çıkıyorum…

Bütün olanaklarımızın dört dörtlük olduğu zaman dönüyorum birden…

Türkiye’nin dört bir yanında fing atıyoruz zaman zaman. İşte o günlerden birinde yolumuz, Muğla’nın en güzel ilçelerinden biri olan Bodrum’dayız.

Henüz kalabalık mevsim değil. Her yer sakin, lokantalardan balık kokusu gelirken, acaba fiyatı kaç lira, yiyebilir miyiz filan gibi düşüncemiz de yok.

Bodrum’a gidince mutlaka görülmesi gereken bir yer var, rahmetli Zeki MÜREN’in bütün mal varlığı ile Mehmetçik Vakfına bağışladığı evi ve vakfın da Müze haline getirdiği “Zeki Müren Müze evi”, Bodrum’u tepeden gören, manzarası içler açan bir konumda.

Evin bir tarafında Buic marka Amerikan aracı hala tertemiz duruyor.

Evin içinde özellikle sahne kıyafetleri, kullandığı eşyaları…

Hiçbir abartı yok, mütevazı, Zeki Müren’in kişiliği ile uyumlu her şey…

XXX

Anılarda, anılarla yaşamak da bu sanırım.

Hiç çıkmak istemiyorum anıların içinden ve ben Zeki Müren gibi, balkonumda oturup denizi seyredemiyorum, seyrettiğim beton yığınları…

Güzel, berrak, tertemiz ses, kelimeleri yutmadan anlaşılır bir şekilde okuduğu o şarkı aklıma geliyor balkonumda otururken.

Makamı ile söylemeye çalışıyorum…

“Anlatılmaz bin dert ile geçiyor çileli ömrüm / Bir vefasız kederinden eriyor garip gönlüm…”

“Hayatın içinde süzülerek gelebilmişsin seksen yaşına kadar. Görmediğin, gezmediğin, yaşamadığın âlem kalmamış, ne bu hüzün şimdi?…”

Diyorum kendi kendime…

Yaş ta gelmiş olsa seksene, ömürden vazgeçen var mı içinizde?

Otur bi yere, bak uzaklara uzaklara, filim şeridi gibi geçsin yaşadıkların gözünün önünden.

“Hepsini de hesabını veririm” dediğin ne var içinde?

XXX

Elbette veririz, hesapları da kapatırız, sorun yok burasında işin de…

Ya o anlılarda kalan günlerimizi geri getiremeyen, adımımızı sokağa atamadığım bu günlere geldiğimiz şu günlerin hesabını kim verecek?

Haftada bir gün de olsa lokantaya gidip bir güzel kebap, künefe, içli köfte, ortaya Antep Usulü Alinazik yiyebilecek miyim?

Senede bir gün de olsa Amasra’ya gidip, kaç kuruş acaba denmeden Çınaraltı lokantasına oturup, denizi seyrederken Barbun yiyebilecek miyim, yanında bol yeşilliği ile?

Bugünkü gelirim ile Bartın’da “Fatmanım Konağında” konaklayabilecek miyim?

Her ay bir tarafa, benzine para yetiştire bilecek miyim?

Eskiden emekli maaşım ile bütün bunlar yapıyordum, şimdi ancak yatak odasından balkona kadar gidebiliyorum sabahın serinliğinde en fazla.

Ve başlıyorum söylenmeye…

“Anlatılmaz bin dert ile geçiyor çileli ömrüm / Bir vefasız kederinden eriyor garip gönlüm…”

Bize dertleri zevk edinmeye alıştıranlara diyecek söz çok da…

Ah o var ya ah o…