MUSTAFA CENGİZ


ALTI AYLIK DIŞ TİCARET AÇIĞI TAM 50 MİLYAR DOLARA ULAŞTI

“Türkiye’nin geleceği tüketimde değil, üretimde; ithalatta değil, ihracattadır.” Kim söylüyor bunu? CHP Kayseri Milletvekili Aşkın Genç. Geride kalan haftada önemli açıklamaları ile dikkat çekti Genç. Dışa bağımlı ekonomi politikasını eleştiren Genç, “İlk altı ayda toplam dış ticaret açığımız 50 milyar dolara ulaşarak, ekonomimizin üretim kapasitesinin hızla eridiğini gözler önüne sermektedir. Türkiye’nin geleceği tüketimde değil, üretimde; ithalatta değil, ihracattadır. Üretmeyen Türkiye’nin bağımsızlığı tehdit altındadır” dedi. Üç önemli konu başlığı ve ciddi eleştiriler. Gerçekleri görenler eleştiriyor. Diğerleri mi?!... Sanırım Türkiye gerçeklerine dair konu anlaşılmıştır.


“Türkiye’nin geleceği tüketimde değil, üretimde; ithalatta değil, ihracattadır.”

Kim söylüyor bunu?

CHP Kayseri Milletvekili Aşkın Genç.

Geride kalan haftada önemli açıklamaları ile dikkat çekti Genç.

Ekonomi konusunda önemli bilgi birikimi var.

Bakın ne diyor?

CHP Kayseri Milletvekili Aşkın Genç, Meclis’te yaptığı konuşmada tekstil ve hazır giyim sektöründeki çöküşe dikkat çekti. 

Dışa bağımlı ekonomi politikasını eleştiren Genç, “İlk altı ayda toplam dış ticaret açığımız 50 milyar dolara ulaşarak, ekonomimizin üretim kapasitesinin hızla eridiğini gözler önüne sermektedir. 

Türkiye’nin geleceği tüketimde değil, üretimde; ithalatta değil, ihracattadır.  

Üretmeyen Türkiye’nin bağımsızlığı tehdit altındadır” dedi.

HAZİRAN AYINDA DIŞ TİCARET 

AÇIĞI TAM 8,2 MİLYAR DOLAR

Devam ediyoruz.

Bakın neler neler anlatıyor?

CHP Kayseri Milletvekili Aşkın Genç, TBMM’de yaptığı konuşmada Ticaret Bakanlığı’nın Haziran 2025 dış ticaret verilerini değerlendirdi. 

Genç, 2025’in ilk çeyreğinde tekstil ve hazır giyim sektöründe 2 bin 147 firmanın kapandığını ve 35 binden fazla kişinin işsiz kaldığını belirterek, şunları kaydetti: “Ticaret Bakanlığı’nın açıkladığı Haziran 2025 dış ticaret verileri, sektördeki tehlikeli gidişatı açıkça ortaya koymaktadır. İhracatımız bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 8 artarak 20,5 milyar dolara ulaşırken, ithalatımız yüzde 15,3 gibi büyük bir sıçramayla 28,7 milyar dolara yükselmiştir.  Bu durum, yalnızca haziran ayında 8,2 milyar dolarlık dış ticaret açığı vermemize neden olmuştur.

İTHAL EDEN BİR ÜLKE OLDUK…

İlk altı ayda toplam dış ticaret açığımız 50 milyar dolara ulaşarak, ekonomimizin üretim kapasitesinin hızla eridiğini gözler önüne sermektedir.  Daha da vahim olanı, haziran ayında tüketim mallarındaki ithalatın yüzde 32,5 oranında artmış olmasıdır. Bu, Türkiye’nin üretim ekonomisinden giderek uzaklaştığını ve artık tekstil ürünleri gibi temel ihtiyaçlarını dahi dışarıdan ithal eden bir ülke haline geldiğini göstermektedir.

2 BİN 147 FİRMA KAPANDI, 

35 BİN KİŞİ DE İŞSİZ KALDI

Rakamların ötesinde, sahadan gelen çarpıcı veriler de acil müdahale gerektiren bir tabloyu işaret ediyor. 

2025’in ilk çeyreğinde, tekstil ve hazır giyim sektöründe faaliyet gösteren 2 bin 147 firma kapandı, yaklaşık 35 bin 460 kişi işsiz kaldı.  Bu rakamlar, sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal bir kriz demektir. 

Ailelerin geçim kaynakları ortadan kalkmış, umutlar tükenmiş, küçük ve orta ölçekli işletmeler büyük zorluklar içine girmiştir.

ÜRETMEYEN TÜRKİYE’NİN 

BAĞIMSIZLIĞI TEHDİT ALTINDA

Bu yaşananlar tesadüfi değildir; açıkça bir siyasi tercih ve ekonomi yönetimi hatasıdır.  Üretimi değil ithalatı teşvik eden, sanayiciye değil ithalatçıya kolaylık sağlayan bir ekonomi anlayışı, ülkemizi üretimden uzaklaştırmış ve ekonomimizi dışa bağımlı hale getirmiştir.  Bir ülkenin üretimi azalırsa, bağımsızlığı da azalır.  Üretimini kaybeden bir ülke, ekonomik geleceğini ve toplumsal barışını da riske atar. 

Meclis’in bu konuda tarihi bir sorumluluğu vardır. 

Bugün burada atılacak adımlar, sadece sektörel değil, ülke ekonomisinin tamamını ilgilendirmektedir.  Üreticiyi koruyan, istihdamı artıran, ithalat bağımlılığını azaltan somut politika önerilerini geliştirmek için bu araştırma komisyonunun bir an önce kurulmasını destekliyoruz.  Türkiye’nin geleceği tüketimde değil, üretimde; ithalatta değil, ihracattadır.  Üretmeyen Türkiye’nin bağımsızlığı tehdit altındadır.”

KADIN KONUK EVLERİ GERÇEĞİ 

Devam ediyoruz…

Bu da bir başka acı tablo.

Kadınlarımızla ilgili acı ve acıtan bir gerçek daha…

CHP Kayseri Milletvekili Aşkın Genç’in TBMM’ye sunduğu yazılı soru önergesine Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’tan gelen yanıt, Türkiye’deki kadın sığınma evlerine ilişkin çarpıcı bir tabloyu ortaya koydu. Kadına yönelik şiddetin yaygınlığı ve şiddete uğrayan kadın sayısındaki artış dikkate alındığında, bu kapasite kadınların can güvenliğini sağlamakta yetersiz kalıyor.

HER 11 BİN KADINA BİR YATAK 

Bakanlık verilerine göre her 11 bin kadına yalnızca bir yatak düşüyor; mevcut konukevlerinin büyük bölümü ise zaten dolu.

Bakanlığın verilerine göre, Türkiye genelinde yalnızca 150 kadın konuk evi bulunuyor ve toplam kapasite 3 bin 683 kişiyle sınırlı. Bakanlık tarafından paylaşılan bilgilere göre, 150 kadın konuk evinden 112’si Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na, 35’i yerel yönetimlere, biri sivil toplum kuruluşuna, ikisi ise Göç İdaresi Başkanlığı gibi diğer kamu kurumlarına bağlı olarak faaliyet gösteriyor.

TOPLAM KAPASİTE 3 BİN 683 KİŞİ

Kadın konuk evlerinin toplam kapasitesi yalnızca 3 bin 683 kişi. 

TÜİK verilerine göre 2024 itibarıyla Türkiye’de yaklaşık 42 milyon kadın yaşıyor. Bu durumda, ülke genelinde her 11 bin 400 kadına yalnızca bir yatak düşüyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na göre 2024 yılında en az 315 kadın erkekler tarafından öldürülürken, 280 binin üzerinde kadın kolluk kuvvetlerine şiddet gördüğü gerekçesiyle başvurdu. 

Bu 280 bin kadının tamamı sığınma talebinde bulunsaydı, devletin sunduğu mevcut kapasite her 1.000 kadından yalnızca 13’üne barınma sağlayabilecekti.  Bu verilerle kıyaslandığında, sığınma ihtiyacı olan kadınların ancak çok küçük bir kısmı bu konuk evlerinden yararlanabiliyor.

DOLULUK ORANI YÜZDE 75

Bakanlığa bağlı 112 kadın konuk evinde toplam 2 bin 814 yatak kapasitesi bulunuyor. Bu kurumların 2024 yılı itibarıyla ortalama doluluk oranı ise %70 ila %75 arasında değişiyor. Bu oran, halihazırda var olan kapasitenin neredeyse tamamının dolu olduğunu, başvuran pek çok kadının yer bulamadığını ortaya koyuyor. Doluluk oranı yüksek olmasına rağmen, yeni yatırım planı, strateji belgesi ya da kapasite artırımı için somut bir takvim bakanlık tarafından paylaşılmadı.

KADINA ŞİDDET DURMUYOR…

CHP’li Aşkın Genç, bakanlık yanıtını değerlendirdiği açıklamasında durumu şu sözlerle eleştirdi: “Kadına yönelik şiddetin her geçen gün arttığı bir ülkede, kadınların sığınacak bir yer dahi bulamaması, sosyal devlet anlayışıyla asla bağdaşmaz. Türkiye’de 42 milyonun üzerinde kadın yaşıyor; buna karşın sadece 150 kadın konuk evi var ve toplam kapasite yalnızca 3 bin 683 kişiyle sınırlı. Bakanlığın verilerine göre bu kurumların büyük kısmı zaten dolu. Böyle bir tabloda şiddete uğramış bir kadına ‘devlet korur’ demek, ne yazık ki bugün gerçeği yansıtmıyor.

Bakanlık, yatırımların ‘bütçe imkânları çerçevesinde’ değerlendirildiğini söylüyor ama elimizde bir plan, takvim ya da hedef bile yok. Kadınların yaşam hakkını korumak, kaynak meselesi değil, siyasi öncelik meselesidir. Şiddetle mücadele; sadece kampanyalarla, afişlerle değil, o şiddetten kaçan kadına gerçekten kapı açabilmekle olur. Mevcut tablo, sorunun ciddiyetine uygun bir çözüm iradesi gösterilmediğini ortaya koyuyor. Sığınma hakkını erişilebilir kılmak, yalnızca kadınları korumak değil; aynı zamanda toplumun adalet duygusunu, güven duygusunu güçlendirmektir.”

SİYASİ KADROLAŞMA SÜRECİ

Malum bugün 15 Temmuz’un yıldönümü.

Bakın bu konuda CHP Kayseri Milletvekili Aşkın Genç, Cumhurbaşkanına orgeneral ve oramirallerin yaş haddini 72’ye çıkarma yetkisi veren torba kanun teklifini, “Bu düzenlemeyi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda değil, Milli Savunma Komisyonu’nda görüşmeniz gerekirdi. Ama belli ki amaç teknik değil, siyasi. Bu madde, kurumsal yapıdan ziyade kişisel hesaplara hizmet etmektedir. 15 Temmuz sonrası yaşanan yapısal tahribatlardan ders çıkarılacağına, bugün yeni bir siyasi kadrolaşma sürecine zemin hazırlanıyor” sözleriyle eleştirdi.

Genç, teklifin ilk üç maddesinin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile ilgili olduğunu belirterek, ilgili maddelerin Milli Savunma Komisyonu’nda görüşülmemesini eleştirdi. İlgili maddelerin kişiye özel olduğunu ifade eden Genç, düzenlemenin TSK’da siyasi kadrolaşmaya yol açacağını söyledi. 

İHTİYAÇTAN DEĞİL, GÖREVDE 

TUTMA ARZUSUNDAN DOĞDU

CHP’li Genç, konuşmasında şunları kaydetti: “Bu maddeyle, general ve amirallerin rütbe bekleme süresi uzatılacak; yaş haddi ise 67’den 72’ye kadar çıkarılabilecektir. Üstelik bu uzatma kararı, Cumhurbaşkanının tek taraflı takdir yetkisine bağlanmıştır. 15 Temmuz sonrası yaşanan yapısal tahribatlardan ders çıkarılacağına, bugün yeni bir siyasi kadrolaşma sürecine zemin hazırlanıyor. Ordu gibi hiyerarşi ve disiplin temelinde işleyen bir yapıda, yaş haddinin bu denli yükseltilmesi, sadece kurumsal körlüğe değil, emir-komuta zincirinin siyasi bağımlılığa açılmasına da yol açar. Bugün general ve amiral sayısı zaten 327’ye ulaşmış durumda. Yani kontenjanın çok üzerinde bir kadro şişkinliği var. Şimdi bir de görev süresi dolanları sistem dışına çıkarmak yerine, görevde tutmak için bu madde getiriliyor. Peki neden? Çünkü bu düzenleme kurumsal bir ihtiyaçtan değil, belli kişileri görevde tutma arzusundan doğmuştur. Adrese teslim, kişiye özel bir maddedir.

KİŞİSEL HESAPLARA 

HİZMET Mİ EDİYOR?

Madde gerekçesinde, ‘tecrübeli kadrolardan daha uzun süre yararlanmak’ deniyor. Ancak bu açıklamayı destekleyecek tek bir istatistik yok.  Hangi kuvvetlerde hangi yaş aralığında, ne tür eksiklik var?  Açıklanmış değil. Bilimsel bir ihtiyaç değil, kişisel bir tercihin yasalaştırılmasıyla karşı karşıyayız. Ayrıca, bu düzenlemeyi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda değil, Milli Savunma Komisyonu’nda görüşmeniz gerekirdi.  Ama belli ki amaç teknik değil, siyasi.  

Biz CHP Grubu olarak, TSK’nın komuta kademesinin siyasi hesaplarla değil, liyakat temelli, şeffaf ve öngörülebilir bir yapıyla yönetilmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Bu madde, kurumsal yapıdan ziyade kişisel hesaplara hizmet etmektedir.”

BELEDİYELER BASKI ALTINDA…

Genç, konuşmasının devamında, “Bir süredir yürütülen sistematik baskı politikasıyla karşı karşıyayız” diyerek, CHP’li belediyelere yönelik operasyonları eleştirdi. Genç, sözlerine şöyle devam etti: “Seçimle kazanamadıkları belediyeleri, şimdi yargı sopasıyla ele geçirmeye çalışıyorlar. İstanbul, Antalya, Adıyaman, Adana… Bu saydığım yerlerin ortak özelliği, hepsinin halktan yüksek destek almış, başarılı projelere imza atmış CHP’li belediye başkanları tarafından yönetiliyor olmasıdır. Zeydan Karalar, Adana’nın çehresini değiştirmiştir. Muhittin Böcek, Antalya’da halkçı belediyeciliğin en güzel örneklerini sergilemiştir. Abdurrahman Tutdere, deprem bölgesinde halkla birlikte mücadele ederek halkın gönlünde taht kurmuştur. Şimdi bu isimler, siyasi bir operasyonun parçası hâline getirilmek isteniyor. Çünkü iktidar, seçimle kazanamadığı belediyeleri yargı sopasıyla ele geçirme peşinde. Bu artık bireysel değil, sistematik bir uygulamadır. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bunun adını koyuyoruz: Yargı eliyle irade gaspı.

“İKTİDAR, HALKIN İRADESİNİ 

CEZALANDIRMAK İSTİYOR!...”

Belediye başkanlarımız hakkında açılan bu soruşturmaların büyük bölümü 31 Mart’tan hemen sonra devreye sokuldu. Çünkü bu iktidar, CHP’nin birinci parti olmasını içine sindiremiyor. Halkın iradesini cezalandırmak istiyor. Seçim sandığında kaybedenlerin yargı üzerinden intikam alma çabasıdır bu. Ama açıkça söylüyorum: Bu ülkenin belediye başkanlarını değil, milletin iradesini yargılıyorsunuz.

Demokrasi sadece sandık günü oy atmak değildir. Demokrasi, halkın seçtiğine saygı göstermektir. Bu saygı gösterilmediği sürece Türkiye demokratik bir hukuk devleti olamaz. Biz bu kumpas siyasetini de bunun arkasındaki niyeti de gayet iyi biliyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu düzeni asla kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz. Belediye başkanlarımız yalnız değildir. Biz onların yanındayız ve halk, eninde sonunda sandıkta bu adaletsizliğin hesabını bir kez daha iktidardan soracaktır.”

Üç önemli konu başlığı ve ciddi eleştiriler.

Gerçekleri görenler eleştiriyor. Diğerleri mi?!...

Sanırım Türkiye gerçeklerine dair konu anlaşılmıştır.