İBRAHİM PEKBAY


ALİ ve SAKSIDAKİ SÜRPRİZİ…

Yazımın önünde, aktarmak istediğim bir şey var izninizle… Uzun zamandan beri, akşamları saat kaçta yatarsam yatayım, sabah beş buçuk altı arası uyanıyorum. Bugün nedense saat 6 buçuğa doğru sarktı ve “İprahiiiim” diye bir ses ile uyandım. Beni bu şekilde bir tek rahmetli anam çığırır da, ses nereden geldi ki? Bir daha dinledim, gerçekten anacığımın sesi.


Yazımın önünde, aktarmak istediğim bir şey var izninizle…

Uzun zamandan beri, akşamları saat kaçta yatarsam yatayım, sabah beş buçuk altı arası uyanıyorum. Bugün nedense saat 6 buçuğa doğru sarktı ve “İprahiiiim” diye bir ses ile uyandım. Beni bu şekilde bir tek rahmetli anam çığırır da, ses nereden geldi ki? Bir daha dinledim, gerçekten anacığımın sesi.

“Buyur ana” diyebildim.

”Bana bir cep telefonu gönder” demesin mi! Şaşkınlık içinde sordum, “Oralarda baz istasyonu var mı ki ana, yoksa telefon çalışmaz da… Hem senin gözün de görmez tuşları ana” dedim…

“Yok, görür” dedi, “Burada yenilendik, ben görmezsem, baban görür, onunla da buluştuk!”

Babamın böyle şeyler ile işi olmaz ama anam kafaya taktı mı takar, ne de olsa Hacıkılıç Mahallesi’nden “Arabacı Mustafa Emminin kızı” olur. Anam ısrarla “Sen gönder nidecen” dedi. Sanki cücük kadar emekli maaşı ile telefon nasıl alınacak ise.

“Ana, önce sen bana anlat hele, alır göndeririz bir ara” dedim“ bana, “Menduh Beyi arayacağım” dedi.

Eyvah ki eyvah, yine bir sıkıntı var galiba da, öte tarafa Menduh bey n’apsın ana…

“N’oldu yine ana” dedim, anlatmaya başladı; “Okçuluk vakfına para ödeniyormuş belediyeden, onu okullara aktarsın. Bir de madem sucuk partisi yapabiliyor, kendileri yerine fakir fukarayı davet etsin” dedi…

Ne diyeyim ben, anam ile Menduh Bey’in arasındaki özel hukuk bu işte…

Telefonu da alabilirsem, gönderirim artık, yoksa canı sıkılır…

Sayın Başkanım,  anamın yeri belli, lütfen ben, bu işe karıştırmayın. 

XXX

Gelelim “Ali ve saksıdaki sürprizi” konusuna.

Hastanenin bekleme salonunda oturuyorum. Karşımda asansör var ve kapısı açılıyor… Elinde çok küçük bir saksı ve içinde bir o kadar güzel canlı bir çiçek ile Ali görünüyor.

Ali kim mi?

Ali de hasta, kontroller için geldiğinde tanıştığım, kaynaştığım geç bir çocuk.

Yanıma oturdu, ben gülerken sordum; “Hayırdır Ali, bu güzel çiçeği doktoruna mı getirdin?”

“Hayır abi” dedi “Hatce’ye getirdim…”

Merak ettim, “Hatce de kim” diye sordum, tarif etti, onu da tanıdım.

O da sürekli kontrole gelen, tedavi gören henüz yirmili yaşlarda güzel bir kız.

Tamam da hastane bekleme salonunda Ali, çiçek ve Hatice, ne iş?

Biraz sonra karşı koridordan Ayşe, yorgun ve bitkin bir şekilde göründü. Ali’yi aldı bir telaş, “Ali bu ne telaş, hayırdır” dedi.

Gülerek ayağa kalktı, Hatice’nin önüne geçti…

Belli ki Hatice ve Ali, tedavileri sürerken hastane koridorlarında karşılaşmış, konuşmuş ve arkadaş olmuşlardı. 

Görünüşte ortaya çıkan tablo bu gibiydi.

Bekleme salonu da kalabalık idi ve bekleyen hasta ve yakınları, ilgi ve merak ile o tabloyu izliyorlardı.

Ali, yere diz çöktü, elindeki küçücük çiçeği saksısı ile birlikte Hatice’ye doğru uzatarak, “Gel seninle birlikte hastalığımızı yenelim, var mısın” dedi.

Bu söz, normalde “Benimle evlenrmisin” diyerek diz çökülüp, elinde kapağı açık duran tek taş yüzük ile yapılan bir iş idi ama Ali, küçük saksı içinde çiçek sunmuştu.

Anladığım kadarı ile, ikisinin arasında bir yakınlaşma da olmuş. Öyle görünüyordu.

Hatice “Evet” diyebildi ama boynu bir tarafa doğru bükük, sanki “Nasıl olacak bu iş Ali” der gibisine.

Ama Ali kararlı…

Bekleme salonunu dolduranlar ise şaşkın.

Bu nasıl bir iş, hastanede, bir de üstelik çiçek ile evlenme teklifi mi  olurdu?

Ali ayağa kalktı, telaş ile elindeki saksının içindeki çiçeğin ortasını karıştırdı ve tek taş yüzüğü çıkarıp Hatice’nin parmağına taktı.

İşte o anda bekleme salonunda bir alkış tufanı kopru. Kimse, saksının içindeki çiçekin ortasında yüzük çıkarılmasını beklemiyordu. Bu da güzeş oldu diyenler, beğenilerini dile getirenler de oldu.

Alkış tufanı ile birlikte, koridorda bekleşen hastalar da salona geldiler. Hatta bölüm sekreterleri, genç doktorlar filan da geldiler.

Ali, bir de Hatce’sinin anlından öptü, elinden tuttu, asansöre doğru yöneldiler ki, göz göze geldik.

Önümden geçiyordu ikisi de…

Ali; “Abi… Birlikte olursak bu mutlulukla hastalığımızı daha hızlı yeneriz diye düşündüm, öyle değil mi” dedi…

Çünkü Ali ve Hatice aynı hatalıktan acı çeken, kendilerinden endişe eden iki genç idi ve dediğim gibi, tedavi sürecinde aynı koridorlarda otururken tanışmış olmalılar…

“Haklısın Ali” dedim, İnşallah birlikte mutlu bir yaşamınız olur da bu hastalıktan dibelik (Sonsuza kadar) kurtulursunuz dedim.

Onlar asansöre binip gittikten sonra gözümden ihtiyarlığın verdiği sevinç yaşları dökerken, bir kez daha “İnşallah, Allah gönlünüze göre versin” diye mırıldana bildim…

Çünkü bulunduğumuz hastane, “Onkoloji hastanesi” idi, bilmem anlatabildim mi?