Her yıl bugünlerde, Ahilik üzerine bir yazı kaleme alırım. Bu yılda nasip oldu. Aslında, yazım, daha önce yazdıklarımın bir tekrarından başka bir şey değil. Bir kurum bu kadar nasıl “kutsanır!”, anlamak mümkün değil.
***
Bir de anlamadığım bir konu var; Ahiliğin merkezi Kırşehir. Nitekim, Ahi Evran’ın türbesi de orda… Kayseri’de ziyarete açılan, Hazrete ait olduğu söylenen zaviye, “olsa olsa” metodu ile belirlendi. Hiçbir belgeye müstenit değil.
***
Bu kentin çok kötü bir alışkanlığı var, “yeniden” tarih yazma. “Sakarya Harbi’ne giden öğrencileri nedeniyle Kayseri Lisesi mezun vermedi!” yalanı da bu cümleden. Tüm uyarılarımıza rağmen, bu “yalanda” ısrarcı oluyorlar. Ortada hiçbir somut “belge” yok. Ahi Evran zaviyesi gibi… Unutmayın, Ahiliğin asıl faaliyet alanı Kırşehir ve Ankara… Kayseri, “cim karnında bir nokta!”
***
Kayseri Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği (KESOB) tarafından, 23-29 Eylül tarihleri arasında yapılacak olan 37. Ahilik Haftası Kutlamaları ile ilgili tanıtım toplantısı düzenlendi. Toplantıda konuşan KESOB Başkanı Şeyhi Odakır, “Pazartesi gününden itibaren kutlamalarımız başlayacak” dedi.
***
Peki, bu otuz sekiz yıl önce bilinmiyor muydu? Yani, 1997 sonrası mı keşfedildi? Daha önce neden yoktu? Neden anmalar yapılmazdı? Unutmayın, 1988 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan Yönetmelik esas alınarak kutlanıyor. Kayseri’de neden geç başladı acaba?
***
Ben ahiliği, “tarihin karanlıklarına gömülmüş bir kurum” olarak kabul edenler cümlesindenim, ki, tüm ciddi iktisat tarihçileri bunun böyle olduğunu söyler. Bu fakir de bunlardan mülhem aynı kanaati taşır.
***
Bağışlasınlar, Odakırve bu konuyu parlatan Mustafa Alan hiç Osmanlı iktisat tarihi okudular mı? Bilmem… Ama ben acizane, ciddi kitapları okudum. Onlardan esinlenerek yazıyorum. Neticeyi kelam: Bir; Ahilik ya da genel adı ile loncalar, sadece bize özgü kurumlar değil.
***
İki; Bunlar, “çağlar üstü” falan olmayıp, birer “ortaçağ” kurumlarıdır; bu çağda ve bizde 20’inci yüzyılın ilk yıllarına kadar dini, iktisadi, siyasi ve hayatta önemli roller üstlenmiştir. Tabi, bu rollerin hepsi, olumlu değil.
***
Üç; ahilik meslek örgütü olmaları nedeniyle bir “çıkar örgütüdür”. Dört; 1727 yılında elde edilen “Gedik Hakkı” ile tam bir iş tekelciliği oluştu; temelli kapatıldığı 1913 yılına kadar işyeri açabilme fermana mahsusu bir hale geldi. Öyle ki, bazı iş kollarında, tam iki asır yeni bir işyeri açılmasına izin verilmedi, İstanbul’da…Günümüzdeki odalar (TOBB, TSEK), bu boşluğu doldurmak için kuruldu.
***
Bir kaynaktan aldığım, Gedik Hakkı ile ilgili bazı bölümleri aktarmak istiyorum; ki, hangi ciddi bir iktisat tarihi kitabını açarsanız açın benzeri ifadelere rastlarsınız.
***
“17. yüzyıldan itibaren lonca teşkilâtının sisteminde meydana gelen bazı gevşeklikler sebebiyle, sanatkâr kesiminde dağılmalar oldu. Kendileri için tahsis edilen toplu alışveriş yerlerini (arastalarını k.d) bırakan esnaf, semtlerde yeni iş yerleri açtı. Bu husus, entegre çalışma sisteminin ve kalite denetiminin giderek ortadan kalkması gibi olumsuz neticeler doğurdu.
***
1727 senesinde getirilen gedik hakkıyla, hizmetin veya zanaatın başkalarınca yapılması yasaklandı. Önce “müstekar gedik” ve “havâî gedik” biçiminde iki uygulama getirildi. Müstakar gedik; dükkân, mağaza, atölye gibi sabit bir işyerine veya tezgâha bağlı işleri; havâî gedik ise balıkçılık, börekçilik, suculuk gibi seyyar satıcılıkları ifade ediyordu. Havâî gedik hakkı her yerde kullanılabildiği halde, müstakar gedikte yer değiştirmekyasaktı.Havâî gedik, kişiye bağlı bir hak doğururdu. Müstakar gedik ise, bir ticaret veya zanaatı belli bir yerde yapmak hakkı doğururdu. Bu hak, aynî bir hak olup taşınmaz mala bağlıydı.
***
(…) 18. yüzyılın ikinci yarısında gedik sisteminin şümulü (kapsamı) genişledi. Her işyerine “gedik” adı verilen bir alâmet asılması şartı getirildi. Bazı gediklerin sayısı hiç değişmediği halde, sayı sınırlaması olmayan kunduracılık, belli şartları yerine getiren her kalfaya açık tutuldu.
***
Boşalan gedikler için, bedel-i muaccele (peşin bedel) ödenmesi şartıyla beratverilirdi. Ölen ustanın gediği yetişmiş bir kalfaya devredilirken, vârislerine tezgâhın araç-gereç bedeli olarak, ustalık hakkı ödenirdi (…)Mülk sahibinin, ustayı çıkarma veya işyerini başka bir gayeyle kullanma yetkisi yoktu.”
***
Üçüncü Selim ve İkinci Mahmut dönemlerinde ‘Gedik Sistemi’nde önemli değişiklikler yapıldı; bu sistem “Osmanlı toplum yapısında çok faydalı hizmetler gördü. Ancak idarî, siyasî, ekonomik ve adlî bakımdan Avrupaî tarzda düzenlemelerin yapıldığı Tanzimat döneminde gedik sisteminde de değişikliğe gidildi.
***
1860’ta çıkarılan bir kanunla gedik sisteminin sınırlı bir alanda tutulması ve serbest piyasa şartlarına geçilmesi için bir irade ve buna bağlı bir nizamnâme çıkarıldı. (…) Ekonomik ve sosyal hayat, gittikçe bozuldu. (…) Ancak, zamanın siyasî ve ekonomik istikrarsızlığı sebebiyle, istenen netice elde edilemedi. Tezgâha ve dükkâna bağlı gedikler ise, 16 Şubat 1913’te çıkarılan bir kanunla yasaklandı.” (http://dallog.com, Türk Tarihi)
***
Beş; ahiliğin hiçbir “kutsiyeti” falan yoktur, Ahi Evran’ın bir tasavvuf ehli, ahilerin/debbağların piri olması da bu keyfiyeti değiştirmez; ayrıca, devlet yönetiminde olduğu gibi ahilikte de din, çıkarlar için bir araç olarak kullanılmıştır.
***
Osmanlı iktisadiyatını sıkıntıya sokan; “iş ve fiyat tekeli” oluşturan bir kurumdan, günümüzde, keramet beklemek ne derece doğru, bilemem…