Kış bitti, anam babam hesabıyla marta yeni girdik. Önümüzde doksan gün bahar var. Ama her an kar da gelebilir. Sayılı günlerde bu ay başlar “Mart dokuzu” ile. Tabii, “baharı görmeden yaz gelip geçmezse!”, yağış dolu, iyi bir bahar geçiririz, inşallah!
***
Yine bu ay, dağlarda karlar erimeye, toprak ısınmaya, ağaçlara su yürümeye başları. Bağ ve bahçe işleri de… Meyve ağaçları tomurcuklanmadan “kış mücadelesi (bordo bulamacı)” mutlaka yaptırtın. Yoksa, kışın yuva yapan “haşarattan” ağaçlarınızı kurtaramazsınız.
***
Yine bu günlerde yarma (kalem) aşısı da yapabilirsiniz. Asma, üzüm çubuğu budaya bilir, bunların özlerini açabilirsiniz. Bağ evlerinde tesisata su vermek için biraz daha bekleyin. Özellikle yüksek kesimlerde don tehlikesi, olabilir.
***
Meyve ağaçları tomurcuklanınca, çiçek açında kış mücadelesi yapamazsınız ama gövdeye bordo bulamacı sürmekte bir sakınca yok. Kıska dikebilirsiniz; diğer sebzeler için vakit çok erken, toprağın tam ısınmasını beklemek gerekir.
***
Arşiv karıştırmayı çok severim. Yeni şeyler öğrenirim, unuttuklarımı anımsarım. Bu sefer ağaç halkaları ile ilgili bir makaleye rastladım. Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji (24 Ağustos 2007) ekinde. Makaleyi de İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Ünal Akkemik yazmış. Akkemik’e göre ağaç halkaları bize şunu söylermiş: “Bugüne benzer kuraklığı geçmişte çok yaşadık”.
***
Ağaç halkaları deyip geçmeyelim. Ondan ne sırlar varmış, hem de ne sırlar; hem de nasıl. Bir ağaç gövdesinden enine alına bir kesitte gözüken halkalar, yaşadığı dönemlerle ilgili yağış ve sıcaklık bilgilerini saklarmış.
***
Şahsen ben, ağacın ömrü ile ilgili bilgiler sakladığını bilirdim halkaların ama iklim bilgilerini sakladığını asla bilmezdim. Cehaletime bağışlayın.
***
Ağaç halkaları bakınız ne diyormuş, bizler: Dendroklimatolojik (ağaç halkalarını inceleyerek geçmişe dönük yağış ve sıcaklık tahminlerinde bulunmak) bulgulara göre geçmişte Anadolu’da, şiddetli kuraklığın yaşandığı yılların bazıları şunlarmış; “1567, 1595, 1660, 1725-26, 1756-57, 1873-74, 1887, 1890-91, 1893-94, 1908-09, 1924 ve 1928”.
***
Akkemik’in anılan makalesinden alıntılara devam edelim. Edelim ki, bilimsel olmayan spekülatif, “babam demişti ki!”, “dedem demişti ki!” türünden bilgilere itibar etmeyelim. Yatırım kararlarında ve proje yapımlarında bilimi ve bilimcileri rehber edinelim. Yoksa, paniğe kapılır, çok güzel işleri yapmaktan vazgeçeriz.
***
Hocamıza göre; Anadolu’da yaşanan bu kurak yılların çoğuna ilişkin Osmanlı Arşivlerinde tarımsal kıtlık kayıtları varmış. Özellikle 1887-1895 yılları arasında 1887, 1890-91 ve 1893-94 şiddetli kuraklığın yaşandığı yıllarmış.
***
Sözgelimi Batı Karadeniz Bölümündeki Filyos nehrinin akımı son 350 yılın en düşük seviyesine inmiş o tarihlerde. Erken Cumhuriyet döneminde de, 1925-1928 yıllarında da, dört yıl süren bir kuraklık yaşanmış. Bu sürenin özellikle son iki yılı bütün Anadolu’da çok kurak geçmiş.
***
Demek ki, dönem dönem Anadolu coğrafyası kuraklık yaşamış. Kimi bir yıl sürmüş. Bazen de, 2-5 yıl arasında değişmiş. “Son yıllarda yaşana kuraklıklar da daha önceki dönemlerde yaşananlara çok benziyormuş.”
***
“Hafızayı beşer nisyan ile malûl!” yani insan hafızası unutma illetlidir diye boşa dememişler. Hocamız da daha dünü anımsatıyor bizlere. 1987-1995 yılları arasında da şiddetli kuraklık yaşamışız. Hatırladınız mı? Hatırlamadık ama bir olayı hatırlatınca; “heye ya!” diyeceğinizden eminim.
***
O yıllarda, geçen şiddetli kuraklık nedeniyle İstanbul susuz kalmış; çayır çimen kurumuş ve 1994 Mahalli Seçimlerinde Nurettin Sözen, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden alaşağı edilmişti...
***
“Uğursuz”, “kısmetsiz” ve üstelik “beceriksiz” Nurettin gitmiş yerine “keremli”, “bereketli” ve “becerikli” Tayyip Bey gelmişti. 1994 sonrası yaşanan bol yağışlı yıllar nedeniyle İstanbul’da su sıkıntısı çekilmez olmuştu.
***
Ama biz bunun bol yağıştan olduğunu bilmezdik ki! Keramet, Tayyip Erdoğan’da zannederdik. Bu fakir bile bu sütunda; “Helal olsun bu adamlara, İstanbul’un en ücra köşesinde şarıl şarıl su akıyor, İstanbul’a su medeniyeti yeniden gelmiş” türünden yazılar yazmıştı, o günlerde.
***
Dedim ya, “kerametin” ağzı dualı olduğu söylenen insanlardan kaynaklandığını zannederdik. “Geceleri uyuyamazdım, yaprak hışırtılarını yağmur yağıyor zannederek yataktan fırlardım” diyen Nurettin Sözen’den özür dilemeyi bir borç biliyorum. Adam neler çekmiş de biz bilmiyormuşuz; arkasından ne biçim atıp tutmuştuk.
***
Rahmetli İsmet Paşa’yı kötülemek için “Geldi İsmet, kesildi kısmet!” derdi, “46 Ruhu”. Biz de buna saf saf inanırdık. “Abdest yok, namaz yok, çoğu sünnetsiz adamların” uğursuzluk getirdiğine inancımız tamdı o yıllarda; “ağzı dualı, her gün evlerinde Kur’an okunan, Nurlu Süleyman’ı” iktidar edebilmek için canla başla uğraşırdık. Uğraşırdık ki, “kesilen kısmetimiz!” geri gelsin diye.
***
O halde; beceriksizliklerimiz, bilgisizliklerimizi, aymazlıklarımızı, cehaletimizi, küresel ısınmaya falan ciro edeceğimize, su özelikle tatlı su kullanımını ve su kaynaklarının korunmasını stratejik hedefler olarak belirleyelim buna göre projeler geliştirelim; iki dönüm tarla, üç sanayi parsel temin edeceğiz; dört turizm tesisi; beş kayak pisti kuracağız diye su havzalarını yok etmeyelim.
***
Buradan tekrarlıyorum: Su yönetimini acilen kurmak şart. O nedenle, Kayseri çanağında bulunan içme ve sulama amaçlı kullanılan tüm kaynakları, bunların mücavirlerini ve tabi pompaj tesislerinin yönetimini tek elde toplamak gerekir.