Demokrasinin kendileri için “hayat iksiri” olması gereken bazı siyasal liderlerimiz, çoğu kanaat önderlerimiz, yaşadıkları 21.yy’ın hâlâ farkına varamadılar; tıpkı laik tepeden inmeciler gibi onlar da “sultadan”, dayatmadan yanalar.
***
21. yy’da“Karizmatik liderlere” gerek kalmayacak deniliyor... Ama bizde; “lider sultası” devam edeceğe benziyor. Liderler, saltanatı terk etmek istemiyorlar. Siyasal gücü, paylaşmak istemiyorlar. “Tek seçici” olmak istiyorlar. Bu, dün böyleydi, bugün böyle, bu gidişle yarın da böyle olacak, hiç kuşkunuz olmasın.
***
Bir yandan “tepeden inmeciler” diğer yandan liderler; “Egemenliğin kayıtsız ve şartsız” kendi iradelerinde tecelli edeceği saplantısı içerisindeler. Bu oluş doğal olarak liderleri, dokunulmaz, eleştirilmez bir konuma getiriyor. Sonuçta liderler kendilerini; “Tanrısal iradenin yeryüzündeki temsilcisi!” gibi görüyor.
***
Gelinen bu noktanın; “kulluk koşullanmasının” yoğun olduğu toplumlarda gözüktüğünü de unutmamak gerekir. Aslında biz “kulluğa” razı olduktan sonra, tepemize binen eksik olmaz.
***
Bir diğer gerçeğimiz de şu: 1839 Tanzimat Fermanı’ndan bu yana hukuksal, sosyal, siyasal ve ekonomik kazanımlarımızın hiç birisinde kanımız, canımız; alın terimiz yoktur. Günümüzde de aynı hal yaşanmak, yaşatılmak isteniyor… Bürokratik oligarşi ve iktidar bağlıları kazandıkları konforu ve pozisyonu kaybetmek istemiyorlar.
***
Haklar bağlamında; hep birileri vermiş... Hep “ulufe” kabilinden verilmiş. Ve verenler de istedikleri zaman bunları geri almış. Verilirken de alınırken de halk; “neden”, “niçin”, sorularını hiç sormamış. Hal böyle olunca demokrasi de yaşamımızın bir parçası; yaşamımızın vazgeçilmez değerlerimizden birisi olmamış. Ne kadar verdilerse o kadarla yetinmişiz.
***
Hatırlanırsa, 1950 öncesi, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, “solculuk yapan gençleri” karşısına almış ve baba nasihatinde bulunmuş: “Bana bakın bana... Bu ülkeye, komünizm gerekli ise onu da biz getiririz!” Şimdikiler de biraz daha nazik, Tandoğan gibi sert değil; “Herkes işini baksın!” diyorlar... Şu anda yaşanan siyasal sıkıntıların özünde de bu yatmakta... Ne demek herkes işine baksın?
***
Bir de, şirazesinden çıkartılan laiklik meselesi var. Laiklik için yapılan; “din ile devlet işlerinin ayrılması” klasik bir tanım olup yeterli değildir. Aslında laiklik, aklın özgürleşmesidir.
***
Yani aklın, kaynağı ister, uhrevi isterse dünyevi olsun her türlü dayatmalardanarınmasıdır. Bireyin özgürleşmesidir…
***
Bu nedenle aklı, kafası, gönlü putlardan arınamamış bir kimse, “tesettüre” uysa ne olur uymasa ne olur; “laikim” dese ne olur demese ne olur… Etrafınıza bir bakın, kaynağı dünyevi ve uhrevi olan “putlardan” geçilmiyor… Neyin kavgasını yapıyorsunuz?
***
Önce putlardan kurtulun bir bakalım; önce özgürleşin bir bakalım. Arkası kolay! Prangalıların, kelepçelilerin, güdümlülerin “özgür birey” olması mümkün değildir. Birey özgür olmayınca da, demokrasiden, laiklikten söz edemezsiniz.
***
O halde; Kişilerin demokrat olmadığı, kişilerin demokrasiyi özümseyemediği, bir toplumda, demokrat liderler, demokratik siyasal oluşumlar, demokratik hukuk düzeni beklemek hayaldir.
***
Bu nedenle önce kişiler demokrat olacak; önce insan, “putlardan” arınacak. Kendi putunu yıkamayanlar nasıl laik olacak? Nasıl laiklik mücadelesi yapacak? Anlamak mümkün değil.