KADİR DAYIOĞLU


SOROSUN ADAMI KİM? (3)

Şimdi gelelim “zurnanın zırt dediği yere!”Bunu göremezseniz, “sistem” ya da “rejim” değişikliğinin asıl amacın ne olduğunu anlayamazsınız. Bence gerisi teferruat. Hedef, 1923 ve sonrası, oluşumlar…


MEHMET UÇUM (2)

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un izlediğim iki programının, ben de bıraktığı intiba şu: Bu değişiklik yetmez… Mevzuatta mutlaka, barajdan, seçim sistemine; Anayasa Mahkemesi’nden diğer yargı organlarının görev, yetki ve sorumluluklarına kadar bir dizi değişiklik yapmak gerekiyormuş.

Bu görev de mevcut parlamentoya aitmiş, “altı aylık” da bir süre verilmiş. Tam bu nokta da sorulması gereken iki soru var. Bu düzenlemeler ya hiç ya da yeterince yapılmazsa, ne olacak? Önümüzde örnekleri var da onun için kuşkularımı iletiyorum. Mesela, AK Parti, “yüzde 10 barajı yüksek!” diyerek iktidara geldi. Ama on beş yıldır, bu konuda kılını kıpırdatmadı. Neden?

Nedeni çok açık? Marjinal oyları bünyesinde konsolide edebilmek bu sayede parçalı bir Meclise izin vermemek. Düşünebiliyor musunuz, 2002 seçimlerinde baraj yüzde 5 olsaydı, AK Parti tek başına iktidar olamazdı. Unutmayın; çağdaş demokrasilerde; “işime gelen ya da gelmeyen!” diye bir yaklaşım olamaz.

***

Önceden bilinmesi gereken diğeride şu: Değiştirilecek mevzuat ya da “olması gerekenler” neler? Tabii, acaba çağdaş demokratik standartlara uygun olacak mı bu değişimler?

***

“Evet” çıktıktan sonra “Tek adama” doğru yönelen bir sistemi “dengeleyecek ve denetleyecek” mevzuat değişikliği yapılmayacaksa ya da bu oluşumu destekler mahiyette düzenlemeler yapılacaksa, “yandı gülüm keten helva!”

***

İtirazım da bu noktada… Unutmayın siyasal tarih, “gücün” ya da “iktidarın” sınırlandırılması mücadelesi ile geçti. Mutlak iktidar, güç zehirlenmesini de peşinden getirir. Korkum o ki, ucu açık maddeler buna teşne.

Mesela; deniyor ki, bir Başkan iki dönem için seçilecek. Bu, doğru değil. İkinci dönemin “son ayında”meclisin “yenilenme kararı almasına” hiçbir engel yok. Haliyle, bu durumda “Başkanın” yeniden yani “üçüncü dönem” aday olabilme şansı doğacaktır. Bu, şöyle caydırılabilirdi; “İkinci dönemin ortasından sonra yapılacak yenilenmelerde aday olamaz!”

Dün de söylemiştim, ikinci bir temel sıkıntı da şu: Başkan yardımcısının sayısı ve niteliği. Unutmayın, bu, bir “saltanatın” ya da “babadan oğula” geçen bir dönemin kapısını da açabilir. Çok dikkatli olmak gerekir. Mesela şu denebilirdi: “Cumhurbaşkanı seçilebilme hakkına sahip ve mevcut Başkanla ‘sıhri bağı’ olmayanlar arasından atanır”, denebilirdi.

Neden bunu atladılar? Şahsen ben anlayamadım doğrusu?Ha. Hemen “her konuda” olduğu gibi diyorlar ki; “canım beş yıl sonra halka gidilecek. Halk bunun hesabını sandıkta sorar!”Yani, beş yıl geçtikten, “Bad’elharabül Basra” olduktan sonra, sorsan ne olur, sormasan ne olur?

***

Şimdi gelelim “zurnanın zırt dediği yere!”Bunu göremezseniz, “sistem” ya da “rejim” değişikliğinin asıl amacın ne olduğunu anlayamazsınız. Bence gerisi teferruat. Hedef, 1923 ve sonrası, oluşumlar…

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, Şirin Payzın’ın programında, dünya görüşünün, Cumhuriyet kazanımlarına tepkisinin ipucunu verdi. Bakınız ne diyor: “Kurtuluş Savaşı kapsayıcıdır. Ama kuruluş ise dışlayıcıdır!”. Bu, hiç de yabancı olmadığımız bir yaklaşım. Söz gelimi, “Kürtlerle birlikte mücadele verildi kurtuluş savaşında ama sonra bunlar dışlandı!”

Bu yaklaşım bana, merhum Kemal Tahir’i ve onun ünlü romanı “Yol Ayrımı”nı anımsattı. “Kurt Kanunu” da bu cümleden… Bunun, siyaset jargonundaki ifadesi şu: “Atatürk, Gazi Mustafa Kemal’i ya da ‘Sarı Paşa’yı katletti.”

O nedenle “ecmain”, zorunlu kalmadıkça, “Atatürk” lafzını kullanmaz, hep “Mustafa Kemal Paşa!” derler. Gerçi, Mustafa Kemal’e “deccal!” diyenin haddi ve hesabı da yok değil. Yine bunlar, makamlarında da çoğu zaman, Atatürk’ün fraklı, smokinli sivil fotoğrafı değil de kalpaklı ya da mareşal üniformalı fotoğrafı yer alır! 

***

Uçum’a şunu sormak isterim: “Hangi devrimde, bunun aksi yapıldı ki?”“Devrimler öz çocuklarını yemez mi?” Yani, Rusya’da, Ekim 1917’de komünist devrimi yapan, ilk kadronun önde gelen isimleri (mesela Troçki) tasfiye edilmedi mi? Ya da Lenin ile Stalin’inin Sovyetleri aynı mıydı? Bu örnekleri çoğaltabilirsiniz.

İsterseniz, AK Parti’den bir örnek verelim. AK Parti, 2002’de “vesayetten kurtulmuş”, hukukun egemen olduğu, bireysel hak ve özgürlüklerin korunduğu, çoğulcu bir demokrasiyi hayata geçirmek için iktidara geldi.  Doğru mu? Doğru. Merak eden, hâlâ Parti WEB sitesinde duran “2002 Parti Programına” bakabilir. Kaldı ki, bu programın altına imzamı atarım ama AK Parti bugün, bu Programın neresinde diye de sorarım?

Peki, gelinen noktada; “AK Parti kuruluşta kapsayıcıydı ama şimdi ayrıştırıcı!” diyebilir miyiz? Uçum’un mantığına göre pekâlâ diyebiliriz. İsterse, o günlerde AK Parti’ye destek verenlerin bir listesini çıkartsın, bugün bunlardan kaçı kalmış bir görsün.

Her istasyonda, “miadı” dolanlar, bir bir bırakıldı. Umarım, bir gün sıra kendi ve kendi gibi düşünenlere gelmez.Devrim ya da radikal değişimler böyle bir şey!.. Ne diyelim; “Haydi, hayırlısı!”

(03 Mart 2017 Cuma Yazısı)

Not: İsmi geçmesi nedeniyle, Şükrü Karatepe Hocamız bir mesaj gönderdi. Diyor ki; “Anayasa değişikliğine son şeklini veren Mustafa Şentop, Mehmet Uçum, Yavuz Arar, ben ve Sayın Cumhurbaşkanımızın ‘50+1’in hakkındaki görüşlerimiz hiç değişmemiştir!”, diyor.

Diğerleri “50+1”in arkasında olabilir, saygı duyarım. Ama Tayyip Bey’in, bu konuda “sıkıntılı” olduğunu Temel Karamollaoğlu açıkladı, görüşmelerinden sonra. Bu durumda Karamollaoğlu “yalan” mı söylüyor? İzaha muhtaç.