KADİR DAYIOĞLU


SOROSUN ADAMI KİM? (2)

Şimdi temel kuralı, bir kez daha vereyim. Demokrasinin diğer totaliter ve otoriter rejimlerden farkı, “devle çarkının” yavaş dönmesidir. Bu özelliği yani “denge ve denetim” mekanizmaları nedeniyle, demokrasilerde geriye dönüşü olmayan vahim hatalar yapılmaz; “halkın seçtiklerine” bu fırsat verilmez.


Dünkü yazımda, AKP MKYK üyesi Şamil Tayyar’ın, “parti içine sızan Sorosçular” lafından alınan Mehmet Uçum’a bir parantez açmış, 01 Mart 2017 tarihinde yazdığım “Mehmet Uçum (1)” başlıklı yazımın bir bölümünü vermiş, devamını bugün vereceğimden söz etmiştim.

[Uçum’u] Çok popülist gördüm… Sıkıştığı anda ya da ucu açık konularda, sosyalistlikten kalma özlemin bir sonucu olsa gerek; “Halk, halk!” diyor da başka bir şey demiyor.

Öyle ya, bireysel ve temel hak ve özgürlükleri “halkoyuna” sunamazsınız. Yani, demokrasilerde “Müslüman Mahallesinde salyangoz satılabilmeli!”Satılıp satılmaması “halkoyuna” sunulamaz. Elbette demokrasinin temelinde “halk” var, “halkın oyu” var ama çağdaş demokrasilerde “kuvvetler ayrılığı” diye de bir şey var. Tabii bir de “çoğulculuk”...

“Şu, şu konuda bir yanlışlık olursa ne yapacağız!” dendiğinde, Uçum; “Nasıl olsa halka gideceğiz. Sandıkta halk hesabı sorar!” Halk fetişizminin tipik örnekleri görüyoruz, bu süreçte.   Politikacı değilim o nedenle şunu rahatlıkla söyleyebilirim; “Halka, bu kadar tapılmaz!”

***

Bu durum da şunu sormak lazım: Sandık, muhterem halkın önüne beş yılda bir gelecek. Unutmayın, “göle su gelene kadar kurbağanın gözü çıkarmış”, “atı alan Üsküdar’ı çoktan geçermiş!”Peki, o süreçte telafisi mümkün olmayan bir olay nasıl telafi edilecek ya da nasıl önlenecek?

***

“Bad’el harabül Basra!” olduktan sonra “halka gitsen ne olur, gitmesen ne olur?” Öyle ya, her gün ahalinin önüne sandık gelmiyor ki? İşte bu düzenlemede ki sıkıntı burada… 

***

O nedenle, demokrasilerde “denge ve denetim” mekanizmaları gelişmiş. Bir anlamda, “milli iradeye” ortak kurumlar oluşmuş. Buna da “temsili demokrasi” denmiş. Öyle ya, şu kadar milyon adamı, her an oyuna sokamazsın.

***

Bunun da başında “yargı ve yargıç” bağımsızlığı gelir; idarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabi olur. Benim için önemli olan başta kimin olacağı; bir kuruma kimin ya da kimlerin ne kadar üye seçeceği değil. Benim için önemli olan; yargı ve yargıç bağımsızlığı, “kutsal devlete” karşı, birey olan “ben”im nasıl korunacağım?

Sözgelimi, bir Başkanın; “Ey savcılar görmüyor musunuz, şu adamı!” diye haykırdığı bir yönetimde hangi “yargı” ve “yargıç” bağımsızlığından söz edebiliriz ki?

***

“Bad’el harabül Basra!”olmaması için, devletin mutfağında bürokrasi vardır. Ama buna “vesayet” diyor, kaldıracağız şarkısı söylüyorlar. Unutmasın bunu söyleyenler, kendileri de muhtaç bunlara.

Mesela, yeni düzenleme ile yürütmeyi, yasamadan tamamen ayıracağız, parlamento sırf yasa yapacak, deniyor. Merak ettiğim konu şu: Bir parlamenter ya da bir parlamenter grubu, mesela enerji konusunda bir “yasayı” nasıl hazırlayacak?

Bilgileri, deneyimleri, kültürleri buna yeter mi? Elbette yetmez. Onlar da bir yerlerden servis alacaklar. Bunun için de Meclis’te bir bürokrat ordusu kurulacak. Yani, bir başka “vesayetin” eline düşecekler.

Kim bilir, belki de birileri hazırlayıp ellerine verecekler.  O nedenle, “vesayet” diye asırlar sonunda oluşmuş idari ve yargı bürokrasisini “hor görmeyin”Popülizm ya da “halk dalkavukluğuna” duçar olmayın!

***

Bakınız, “hariciyecileri”“monşer” gördünüz, dış politikada onları dinlemediniz, sonunda onların dediği noktaya geldiniz. Denek ki, “monşer” diye aşağılamaya çalışılan adamlar, bazı şeyleri biliyormuş.

***

Kamu bürokrasisinde “sadakati” değil de “liyakati” ön plana alında bakın, ne güzel işler çıkıyor. Unutmayın, bürokratlar da bu ülkenin insanı, mevcut parlamenterlerin önemli bir bölümü de bürokrasiden geldi.

***

Şimdi temel kuralı, bir kez daha vereyim. Demokrasinin diğer totaliter ve otoriter rejimlerden farkı, “devle çarkının” yavaş dönmesidir. Bu özelliği yani “denge ve denetim” mekanizmaları nedeniyle, demokrasilerde geriye dönüşü olmayan vahim hatalar yapılmaz; “halkın seçtiklerine” bu fırsat verilmez. Konuya yarın da devam edeceğiz.