KADİR DAYIOĞLU


SANDIĞA ALTI GÜN KALDI!

Meydan kalabalıkları denince neye göre ölçüm yapıyorlar bilemem… Hınca hınç dolu bir meydanda insanlar adım atamazlar, istif olurlar. Şayet, meydanda yürüyen insanlar ve boşluklar varsa, en azından yarı yarıya tenzilat yapın.


Şimdi pek anımsanmayan bir bilgi ile başlayacağım yazıma. Ruh Hekimi Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay, Yeşilaycı“içki düşmanı”…O nedenle, içkicilerin hışmına uğrardı. Çok kısa boylu ve tıknaz biriydi. Bu nedenle halk arasında,"mini mini valimiz" lakabı da takılmıştır. 

***

1950'li yıllarda, Gökay'ın valiliği sırasında, piyasaya çıkan “yeni rakının”25’liğine,rakıcılar tarafından kinaye babında,"Fahrettin Kerim" denirdi. Meyhanecilere de meyhaneciye; “Getir, bir Fahretin Kerim” derlerdi.  25'lik yeni rakının tombul şişesini ona benzetmişlerdir. 

***

İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Gökay 1950 seçimi arifesinde Taksim Meydanı'ndaki mitinginde, CHP lideri İsmet İnönü'ye kürsüden muazzam kalabalığı gösterip; "İşte Paşam İstanbul" demişti. Gökay, İstanbul'un adeta “çantada keklik” olduğunu söylemek istemişti ama birkaç gün sonraki seçim İnönü ve CHP için hezimet olmuştu. Yani İstanbul'un ne yapacağı belli olmaz, lodos gibidir.

***

O nedenle, çoğu çekim hileleri içeren kalabalıklara bakıp aldanmamak gerekir. Mesela, rahmetli Osman Bölükbaşı’nın miting alanları epey kalabalık olurdu. Matematikçi olan merhum, buna aldanmaz; “Başağınız iyi ama denenizde iş yok!”, derdi. Bölükbaşı, Avrupa matematik tahsili yapmış, hitabeti güçlü, hoş, hazır cevap, nüktedan bir insandı, Allah rahmet eylesin.

***

Meydan kalabalıkları denince neye göre ölçüm yapıyorlar bilemem… Hınca hınç dolu bir meydanda insanlar adım atamazlar, istif olurlar. Şayet, meydanda yürüyen insanlar ve boşluklar varsa, en azından yarı yarıya tenzilat yapın.

***

Sanırım bu gerçeği çok iyi bildiği için Tayyip Bey, “nerede o kalabalıklar!” demeye başladı. Buna hem Kayseri’de ve hem de İstanbul’da tanık olduk, yakın zamanda. Kayseri miting ile ilgili haberi okurken, bir şey dikkatimi çekti. “Emniyetten rakamları aldım. Karşımızda 75 bin kişi var. Biz bu meydanda yüzbinleri yakaladık”demiş Tayyip Bey. Yüzbinlerden yetmiş beş bine düşmek ne anlama geliyor? 

***

Benzeri bir serzeniş, geçen gün İstanbul mitinginde de yaşandı; 7 Mayıs 2023 mitinginde, 1 milyon 700 bin kişi olduğunu söylemişti Anadolu Ajansı. Geçen gün yapılan mitingde, 650 bin kişi olduğunu, sitem eder bir biçimde söyledi, Tayyip Bey; “nerede o eski günler!” ya da “nereden nereye!” der, gibi. 

***

Merhum Yahya Kemal ne güzel der Eylül Sonu şiirinde; “Günler kısaldı... Kanlıca'nın ihtiyarları/ Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.”

***

Demem o ki, her ne kadar mitingler, siyasetin aynası olsa da pek güvenmemek lazım; lodosa güvenilmeyeceği gibi. 

***

Bu dramatik düşüşlerden anladığımız şu: Tayyip Bey yorgun, tabanı da… Çok da doğal… Bunu ben fizikte ki “çekme deneyine” benzetirim. Bu “Hook Yasası” olarak da bilinir. Çekmeye maruz kalan bir metal, kuvvetle doğru orantılı olarak uzar. Ama bir noktaya kadar. Sonra, kuvveti ne kadar artırırsanız, uzama o oranda artamaz. Sonunda sıfırlanır, “akma noktasına” doğru gider.

***

Siyaset de böyle bir şey. Bunun da bir “akma noktası” var… Bunu bilen siyasetçiler, “benden tamam!” der. Taktir siyasilerin.  Akıl vermek haddimize değil. Ben, altmış, altmış beş yıllık süreçte gördüklerimi, duyduklarımı, izlenimlerimi anlatıyorum.

***

İşin bir de şu yönü var; Her siyasi, fakir-fukara için kazanmak istediğini söyler amma lakin ben hiç “fakir fukaranın” kurtulduğunu görmedim ama çoğu siyasinin kurtulduğunu gördüm. Fakir-fukara, yine fakirliğine devam ediyor, hem de artarak. Ama mitingler bakarsanız, hep meydanları bunlar doldurur, bir umutla, haksız da değiller… Öyle ya; “umut fukaranın ekmeği”ymiş. Bir bunun farkına varabilseler!..

***

İnanın dostlar, 1957’den beri aklım siyasete erer, ilk oyumu da 1969’da İstanbul’da kullandım, hayatım, patronum on para daha fazla kazansın diye kıçımı yırtmakla geçti. Netice; hava, cıva… 

***

Rahmetli Muzaffer (Tok) ile bir gün dertleşiyoruz… “Kadir ağa dedi… Bizden ne köy olur ve ne de kasaba… Biz kaybettik, haberin olsun. Kim bizden uzaklaşıyorsa, bil ki iktidarla iş tutuyor!”

***

Yine o yıllarda, şimdi hayatta bir abimizin Ticaret Odası Başkanlığına aday oldu ve kazandı biz de onun için çalışıyoruz… Bana söz verdi, yönetim kurulu için, baktım listede yokum. Seçim bitti, iş yerine gittim; “Abi, verdiğin söz ne oldu!” dedim. O da; “Bak deli oğlan. Biz, kurduğumuz zaman çalacak saat ararız. Senin ise ne zaman çalacağın belli olmaz; kahven nasıl olsun!”Bu bile ders olmadı bana… 

***

Başımdan geçenleri bir bir anlatsam, “ciltlere sığmayan bir kitap olur”… Ne çalımlar yedim, “patronum on para fazla kazanacak!” diye. Ama çok şükür, halime… Bağ “gabal”, ev “icar” değil. Evlenecek, okuyacak çocuk da kalmadı… Bir “edi bir büdü” hayatımızı devam ettiriyoruz. Eşimle ikimizin emekli maaşı yanında, ikimizin de ailesinden gelen akarımız var. Bunlar da olmasa, inanın hapı yutmuştuk… Tabii, elimizden çıkanın da haddi hesabı yok!

***

İsterseniz konuyu, çok verdiğim bir fıkra ile tatlıya bağlayalım: Kara ve beyaz tavuk, yumurtacı vitrinine bakıyormuş. Kolinin birinde tanesi “kırk”, diğerinde “elli” para yazıyormuş. Beyaz tavuk karaya dönmüş; “Kardeş, aynı yerde kalıyoruz, aynı yemi yiyoruz, aynı suyu içiyoruz. Biraz gayret etsen de sen de eli paralık yumurta yumurtlasan olmaz mı?” Cevap vermiş; “Haklısın kardeş! Ama patronum 10 para fazla kazanacak diye kıçımı yırtamam!”

***

Kıçını yırtmak istemeyen tavuk gibi olmak gerekirmiş ama doğrusu beceremedim, vesselam.