KADİR DAYIOĞLU


MİHRİCAN

Sormak lazım; Mihrican, madem İslam öncesi inançlar cümlesinden, “Şii, Alevi, Mecusi vd.” olmayan “Makarr-ı ulema” Kayseri ve civarında yani Sünni olan İç Anadolu’da, günümüze kadar nasıl geldi, “Mihrican” kültürü?


Bizim nesil ve öncekiler bilir, ‘Mihrican’ı… “Küçük” ve “büyük” diye de iki zaman dilimine ayrılır. Aslında bu; Şaman ve özellikle İran Mecusiliği’nde bir “bayram” günü. Soğukların ve kışın habercisi. Bu inançlarda diğer “bayram” ise, “nevruz”… Bu da sıcakların, yazın habercisi.

***

Biliyorsunuz “Nevruz” da (21 Mart) gece-gündüz eşittir… Mihrican’da da (21 Eylül) öyledir. O nedenle, Nevruz ile Mihrican daire çapının iki ucu gibidir.

***

Tabii, Mihrican her ne kadar gece ile gündüzün eşitlendiği 21 Eylül günü başlarsa da bizde, 30 Ağustosu takip eden 2-3 gün “Küçük Mihrican”a karşı gelir.

Bağcılar iyi bilir; 30 Ağustos’ta sıcak olan hava, eylüle girer girmez birden soğur, fırtına ile birlikte. Hatta, bağdan kaçışlar başlar… Yine bu günlerde, Alidağı’nda “çıra” yanardı. Bizim nesil bunu çok iyi bilir.

***

Talaslılar da iyi bilir; “Çıra”yı da bir “gayri Müslim” birisi yakarmış. O anı gören; “Çıra yandı!” diye konu-komşuyu uyarırdı.

***

“Küçük Mihrican” ve “Çıra”, sonbaharın habercisi. Hazırlık yapın, bostanı ve bağı bozun, “şıra/pekmez” kaynatın, cevizleri çırpın vs. der bizlere. Eylül’ün ortasından sonrada elmalar toplanır. Bağcılar da, çiftçiler de, tarımcılar da buna göre pozisyon alır.

***

Bu sadece Kayseri’ye has bir şey değil… Özellikle İç Anadolu'da, eylülün ilk haftasına denk gelen soğuklar, “Mihrican” ile anılır. Büyükle küçük arasında on gün vardır. Tabii, bir iki günlük sapmalar normaldir.

***

Bu günlerde yaşanan soğuk, “Büyük Mihrican”. “Bostan mostan” kalmaz soğuk alır;  bazıları, bizim gibi “soba yakar”. Nitekim iki-üç gün soba yaktık, Hisarcık’ta... Sanırım yakmaya devam edeceğiz.

***

Nasıl olsa; her ne kadar  “kıraç bağcı” değilsek de; “tırtır baba bunaltmadı yakacaktan!”. Veriyoruz odunun gözüne; “sebil” gibi.

***

Bir de “susuzluk” nedeniyle, ağaçlar kurumaya başladı. O nedenle de odun bol. Sebep olanların gözleri aydın olsun. Doğayı, ölüme terk ettiler.

***

Tabii, bu günlerde, “Türkmenler” de, sürülerini yayladan indirir.  Zira sürünün üzerine kar yağabilir.

***

Bu Şaman ya da Mecusi günü türkümüze de girdi: Aysun Gültekin ve Erdal Erzincan’ın çok güzel okuduğu; “Mihrican mı değdi / Gülün mü soldu”  türküsü de buradan gelir. Youtube’den zevkle dinlersiniz, tavsiye ederim.

***

Toplum ve Diyanet Araplaşmaya ya da “Arabizm”in etki alanına girmeye başlayınca, “Hacı ağabeyler!” giderek arttıkça, asla “bayram” olarak kutlamadığımız, bu günleri de unutturdular.

***

Bu, bizim için “folklorik” bir olay tıpkı çaput bağlamak, türbe ziyaret etmek, türbede mum yakmak,  kurşun dökmek, “un tütütmek” gibi…

***

Siz siz olun da; “millet” olarak kalmak istiyorsanız; “bidat”, “haram”, “küfür”  denilen bu adetleri yaşatın. Yaşatın ki; çok renklilik ve “çoğulculuk” devam etsin bu ülkede. Yoksa Afganistan, İran ve Suudi Arabistan’a döneriz.

***

Diyanet; “Mihrican”ı, İslamiyet öncesi, inançlar cümlesinden gördüğünden, büyük Sahabe Selmân-ı Fârisi’nin; “Allah, Nevruz günü kullarına yakuttan, Mihrican günü ise zebercedden [zümrütten daha açık bir süs taşı] zîynetler çıkarır. Bu iki günün diğerlerine üstünlüğü, yakut ve zebercedin diğer mücevherlere üstünlüğü gibidir", sözünü, o söz, Müslüman olmadan önceydi tevil ediyor, yayınlarında.

***

Bir Hadis’e istinaden; Sünni inançta bu iki bayramın karşılığı olarak; “Ramazan ve Kurban Bayramını” işaret ederler. Yani, bunlarla “nesh” edilmiş Nevruz ve Mihrican bayramları.

***

İsterseniz bir ansiklopedik bilgi daha vereyim. Mihrican’ı yakından tanıyalım. Farsça imiş. Mihrican'ın esası "mihr" günüymüş.  Bu bayram, “ruh sevgisi” anlamında “Mihrican” diye bilinirmiş. Ayrıca Mihr; Güneş'in de ismiymiş.

***

Sormak lazım; Mihrican, madem İslam öncesi inançlar cümlesinden, “Şii, Alevi, Mecusi vd.” olmayan “Makarr-ı ulema” Kayseri ve civarında yani Sünni olan İç Anadolu’da, günümüze kadar nasıl geldi, “Mihrican” kültürü?