KADİR DAYIOĞLU


MART

Neredeyse; Seçimlere bir hafta kaldı. 31 Mart kimleri için yaza, kimleri için de kışa giriş olacak. Fakir fukaranın yüzü hiç yazı görmediğinden, sonuçlar ne olursa olsun onlar, kışı yaşamaya devam edecek.


Karakış, zemheri,gücük geride kaldı… Bugün, eski hesaptan martın on ikisi; yeni hesaptan yirmi beşi… Kışın görmediğimiz soğuk ve yağış, martla geldi. “Dağlar karını martta alır!”; “Mart kapıyı bastırır, kazma kürek yaktırır!” sözü doğrulandı.

***

“Erken öten horozun kafasını keserler!”, misali, erken açan erik, kayısı ve badem türleri de hapı yuttu. Kar ve soğuk bastırdı. Soğuk aldı. Mübareklerin acelesi ne? Biraz da geç açsalardı ya da kar ve soğuklar zemheri de ve gücükte gelseydi olmaz mıydı? 

***

Yükseklerdekiler şimdilik kurtardı;“mart dokuzunu” kazasız belasız atlattı. Duldada kalıp, güneşe güvenenler de gitti, bu yörelerde. Ama ne yapsınlar, doğanın döngüsü böyle… İnanın, çok acımasız, uyandın mı tepene biner!

***

Aldığımız bilgiye göre, bizim Hisarcık, sayılı günlerin ilk engeli,“Mart dokuzunu” kazasız belasız atlatmış. Nereden biliyorum, karıklar ve ağaçlar karla dolmuş… Bunu da, bir komşumuzun gönderdiği fotoğraflardan gördüm. 

***

Tabii, bizim Hüseyin Cömert Hocamız ile Ali Şahin Feyzioğlu inanmazlar buna; hemen derler; “nereden bilelim eski zamanlara ait fotoğraf olmadığını!” Haksız değiller; “Hasmın Gavremoğlu!” olunca, bu tür tepkiler de doğal. Kırk yıllık arkadaşlığımız, dostluğumuz var, bir türlü “yıldızlarımız!” barışmadı. Canları sağ olsun!

***

“Mart dokuzunu” atlattık, bizim oralarda ama sırada,“dokuzun dokuzu!” var. Bunu da atlatırsanız ama “Abdul beşi” yakalar. Bununla kalsa, bir de “illa on beşi”… Yani anlayacağınız, Mayısın altısı yani Hıdırellez gelmeden bahar gelmez… 

***

Bu ülkede, “sayılı günler” bitmez. Tabii, doğa, bir de,“yedi mayısta” ters köşe yapar çiftçileri, bağcıları. Bu da 19 Mayıslar’a denk gelir…19 Mayıs geçmeden, çiçekler dışarı çıkmaz, ekim yapılmaz. 

***

Ama bugünler, tam yarma ya da kalem aşısının ve kış mücadelesinin yapılacağı, dikme dikileceği, ağaç yerinin değiştirileceği, budama yapılacağı zaman. Asmalar ve çubuklar için henüz vakit erken. 

***

Diyeceksiniz ki, hiç mi yaz gelmez bu coğrafyaya? Elbette gelir, 21 Haziran’da… Ondan sonra, iki ay, içesine, yazımız olur; sırtımız tam ısınıyor derken, sonbahar yüzünü gösterir. Buna da eskiler; “freze bas, kara bas!” derlerdi.

***

Ben, ağustosta, ellili yılların ortasında kar yağdığını bilirim… Kar nedeniyle, ağaçların dalları kırılmıştı… Elmalar, yere dökülmüştü… Rahmetli dedemin, çömelip;“elmalarım, elmalarım!” diyerek dizlerine vurduğunu bugün gibi anımsarım.

***

Haksız da değildi. Zira o elma ve kurutulacak kayısılar, erikler, iğde çalılarına asılan “hevenklikler”bir kış yenecek… Bir yük kavun ve bir küp siyah “püçüklü” ve turşu da kışın olmasa olmazıydı… 

***

Ulumuş “hevenklik” üzüm taneleri içinden sağlamını seçip yemek bir başka işti… Şimdi, nerede o siyah “püçüklü”, bol sulu olur, ağzından morumsu bir sıvı akardı. Tabii, iğdeyi de unutmadım… Cevizi de, bademi de… Şimdi, bunlara da hasret kaldık!

***

Tabii, bizim oralarda, Hisarcık ve hemen altında, kayısılar ve erikler kurutulmaya devam ederdi, ağustosta… Mesela bizim, “Ağustos kayısımız” vardı… Ağustos ortalarında karı görünce rahmetli babam, bir kamyon getirdi, bizi aldı götürdü, “şeere”, yani erken göçtük. Ebemle dedem, doğa ile baş başa kaldı…

***

Yine bir istikrar vardı, doğada o yıllarda… Şimdi ise bir kaos…. Yaz kışa, kış yaza karıştı. İlk ve son baharları yaşayamaz olduk, artık. Hani derler ya; “Baharı görmeden yaz geldi geçti!”, onun gibi bir şey… Ya da “Ağustos’ta suya girsen, balta kesmez buz olur!” Tabii, bu gidişatın farkında mı acaba bu kenti yönetecek olanlar… O nedenle, yeraltı ve yer üstü sularını etkin ve verimli kullanmak lazım. Yine o nedenle, çimen ve çayırdan kaçınmak lazım. Çok su ister bunlar.

***

Neredeyse; Seçimlere bir hafta kaldı. 31 Mart kimleri için yaza, kimleri için de kışa giriş olacak. Fakir fukaranın yüzü hiç yazı görmediğinden, sonuçlar ne olursa olsun onlar, kışı yaşamaya devam edecek.